25 Eylül 2022 Pazar

 5 EKİM ATATÜRKÜN ANKARAMIZIN HEMŞEHRİLİK BERATINI

KABUL ETTİĞİ GÜN.13 EKİM ANKARAMIZIN TÜM ULUSUMUZUN
BAŞKENT OLDUĞU GÜN..!
Yine Birileri Çıkacak ANKARA 20 bin Nufuslu Bir kasaba İdi.diyecek
Belki Bir Meclis Başkanı Belki bir Ankara Millet vekili ,belki Ankara'daki Belediye Başkanı Belki Mülki ve İdare Amiri...?
Yine Ankaralı Haklı olarak Üzülecek Ve kızacak...!
Okumayan Bir toplum olduğumuzu Unutarak Tarihini Bilmeyenlerin
Bizleri Yönetmeye Kalktıklarını bilerek.Ve Tepki Veremeyen sivil Toplum Kuruluşlarının Başkanları...! Olarak.
Sizlere Bir Belge Ankaranın 1522 Tarihli TAPU TAHRİR defterinden
Bir sayfa....?
ANKARADA KALE HARİÇ 81 MAHALLENİN BULUNDUĞU.Bunlardan 69
dokuzunun Tamamen Müslüman olduğu.3 ünün Hiristiyan.1 inin Yahudi. 8 ininde Müslüman Ve Hiristiyan olarak Karışık mahalle olduğu.Kale Komutanı Musa Ağa olduğu.Kalede.5 i Müslüman 1.
Hiristiyan Mahalle olduğunu belirten ve sadece erkeklerin Er olarak evli Bekar olarak kayıtlara girdiğini Hanımların Kız evlatların Ve Askerlik çağına gelmemiş .Bulûğa ermemiş erkek çocukların Kayda Girmediğini Bunlarla beraber Ankara Merkez Nufusunun En az
15 bin Kişi olduğu yazılmaktadır.
EVLİYA ÇELEBİNİN Ankaraya Gelişinde Ankara Nufusunun 90 bin
Müslüman 10 Bin civarında Gayri müslüm olarak zikretmesine rağmen bu tarihi bilgileri ve 1830 nusus sayımını yok sayarak ve
1800 lü yıllarda Hastalıktan sadece 17 bin Ankaralının vefatını bilmeden ve Ortalama Ankaralı Bir ailenin 3 ila 5 çocuk sahibi olduğunu Bilmeden Ahkâm kesenler.ANKARANIN 7 vilayetin sancak
Merkezi olduğunu Bilmeden Kasabada VALİNİN Olmayacağını
Bilmeden ANKARALIYI ÜZEN VE KIRAN DEVLET ERKÂNINA bu kısa bilgileri arz ediyorum Lütfen Bir daha Atatürk ANKARASINA Kasaba
demeyin. bu kısacık tarihi bilğiyi Belleğinize Nakşediniz.
SELAMLARIMLA A.HALUK BALABAN. araştırmacı.
Fotoğraf açıklaması yok.

23 Eylül 2022 Cuma

 DUVARDAKİ SIR...!

MUSUL PETROLLERİ....
Musul petrol gelirleri
Ankara Antlaşması okullarda bile yanlış öğretildi.
Güya Ankara Antlaşması'yla Türkiye, 500 bin sterlin karşılığında Musul petrollerinden alacağı paydan vazgeçmişti! Neredeyse bütün siyasi tarih kitaplarında yıllarca bu yanlış tekrarlandı.
Oysaki gerçek şuydu:
Ankara Antlaşması'nın 14. maddesinde Türkiye'nin, Irak'ın petrol gelirlerinden 25 yıl süreyle yüzde 10 pay alacağı belirtilmişti. Antlaşmaya ekli, 5 Haziran 1926 tarihli, İngiltere ve Irak yetkililerinin Türkiye'ye sundukları mektupta ise Türkiye isterse payını, 500.000 Sterlin nakit olarak da alabilecekti. Ancak Türkiye bu teklifi değil, 25 yıl süreyle yüzde 10'luk teklifi kabul etti.
Irak'ta 1927'de petrol çıkarılmaya başlandı. Petrol boru hattı da 1934'te tamamlandı.
1934'ten 1951'e kadar 18 yılın bütçe kanunları incelendiğinde, “Sözleşmesi Gereğince Musul Petrollerinden Alınan” başlığı altında, bu gelirin tahsil edildiği görülmektedir.
Petrol geliri 1955 yılına kadar bütçede gözüküyor. Hatta 1954'te yüklü bir ödeme var. 1955-1959 arasında ise ödeme yok. Anlaşılan, 1955'te Türkiye ile Irak arasında Bağdat Paktı kurulunca Menderes hükümeti alacakları tahsil etmedi. Nitekim Bağdat Paktı Meclis'te görüşülürken başbakan gülümseyerek, “Terazinin bir gözüne Irak'ın dostluğunu, diğer gözüne de alacağımızı koyuyoruz!” demişti. 1958'de Irak'ta General Kasım'ın bir darbeyle iktidarı ele geçirmesinden sonra Türkiye petrol gelirlerini tahsil edemedi.1959'dan 1985'e kadar petrol gelirleri bütçeye “alacak” olarak girdi. Ancak 1986'da Başbakan Turgut Özal o tarihe kadar bütçede biriken, Irak petrol gelirinden hukuken vazgeçti.
Peki ama Özal'ın vazgeçtiği bakiye neydi?
Türkiye'nin Irak petrol gelirinden alması gereken 25 yıllık pay yaklaşık 5.5 milyon sterlindir. Bunun 3.5 milyon sterlini alınmıştır. Yaklaşık 2 milyon sterlin alacak kalmıştır. Ancak Hikmet Uluğbay'ın iddiasına göre alacak
5.5 milyon değil, en az 29.5 milyon sterlindir. 1955 yılına kadar ödenen miktar ise sadece 3.5 milyon sterlindir. Bu durumda, Türkiye'nin Irak petrollerinden 2 milyon sterlin değil,en az 26 milyon sterlin alacağı vardır. Söz konusu alacağın oluştuğu tarihteki fiyatlara göre karşılığı ise en az 30.2 milyon varil petroldür. (Hikmet Uluğbay, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, 3. Bas, Ankara, 2008).
HALUK BALABAN.

22 Eylül 2022 Perşembe

 SİNSİN OYUNU, TARİHÇESİ, NE ANLAM TAŞIDIĞI ve DOST DOST ATEŞİ HAKKINDA

Oyunun nasıl oynandığını anlatmadan önce, sin ve sinsin kelimelerinin ne anlama geldiğini, Türkler'in Ana vatanı, ilk yurdu Orta Asya da atalarımızın yaktığı bu ateşin neden yakıldığını, Sinsin'in oyun olarak ne zamandan beri oynandığı ve tarihçesi hakkında yaptığım bazı araştırmaları kaynaklarını belirterek, anlattıktan sonra oyunun nasıl oynandığına geçelim.
Sin:1-<<Ölü gömülen yer, gömüt, mezar, kabir, metfen, makber
"Sana ibret gerek ise / Gel göresin bu sinleri" - Yunus Emre.
2- Yaş .>> Ömür,hayat anlamında.
Sinsin:1- Geceleyin, ateş çevresinde, genç erkeklerin davul, zurna eşliğinde oynadıkları bir halk oyunu.
2. Bu oyunun müziği.>> Kaynak: (Türk Dil Kurumu Resmi İnternet Sitesi.)
Sin ve sinsin kelimelerinin ne anlama geldiğini öğrendikten sonra,şimdi de sinsin oyununu oynamak için yakılan ateşin, ne için yakıldığını öğrenmek için, geçmiş tarihimize doğru bir yolculuğa çıkalım.
<<Türk millî kültüründe Nevruz, aynı zamanda bir ‘yeniden doğuş’tur; ‘Ergenekon’dan Çıkış’tır. Ebulgazi Bahadır Han’ın ‘Türklerin Şeceresi’ isimli önemli eserinde ayrıntılı bir şekilde anlattığı Ergenekon Destanı, bu yeniden doğuşun destanıdır. Ergenekon’dan çıkışın tarihi de 21 Mart gününe denk gelmektedir. Bu nedenle Türkler, 21 Mart tarihinde hem yeni yılın gelişini, hem de yeniden doğuşu kutlamaktadırlar.
Ana hatları ile Ergenekon Destanı şu şekildedir: Türk illerinde Gök-Türk oku ötmeyen, Gök-Türk kolu yetmeyen bir yer yoktur. Bütün kavimler birleşerek Gök-Türklerden öç almak için yürürler. Gök-Türk Kağanı İl-Kağan’ın çocukları çoktu. Savaşta hepsi öldüler. İl-Kağan’ın o yıl evlendirdiği küçük oğlu Kıyan (Kayan) ile yeğeni Negüş (Tukuz) kurtuldular. Bu ikisi eşleri ile birlikte sığındıkları yere Ergenekon adını verdiler.(M.S 100 yılları). Zamanla çoğalarak bu sığındıkları yere sığmaz oldular. Aradan dört yüz yıl geçti.Atalarının eski yurtlarını geri almak için çeşitli yollar aramaya başladılar. Fakat, dört tarafı dağlarla çevrilmiş olan Ergenekon’dan bir çıkış yolu bulmak zordu. Nihayet, demir madeni ile kaplı olan dağların zayıf bir noktasını tespit ederler. Buraya büyük ateşler yakarlar ve büyük körükler kurarlar. Demir dağları eritirler. Börteçine isimli bir Bozkurt’un önderliğinde Ergenekon’dan çıkarlar. Yeni bir başlangıç, yeniden bir doğuş demek olan bu tarihî gün 21 Mart’a tekabül etmektedir. Türklüğün yeniden doğuşunun, bağımsızlık ülküsünün sembolü olan Ergenekon’dan çıkış; ateşin yakılması, demirin eritilmesi ve Bozkurt’un yol göstermesi motifleriyle günümüzdeki Nevruz kutlamalarının da temelini oluşturmuştur. Nevruz ateşi Türkün bağımsızlık ateşini, örste demir dövülmesi Türkün çelikleşmiş iradesini ve nihayet Bozkurt da Türkün uyanıklığını, çevikliğini ve atikliğini temsil etmektedir. >>
Kaynak: (turkceci.wordpress.com.Türkçeci Günlüğü Türk’ün ‘Yenigün’ü: Ergenekon’dan Çıkış)
Bu bilgileri paylaştık ki sinsin ateşinin neden yandığını, bunun sadece davul zurna eşliğinde oynanan bir oyun olmadığını, ama zamanla ne için oynandığı, amacının ne olduğu unutularak, bir eğlence olarak görülmüştür. Artık zamanımızda da kaybolan değerlerimiz arasına girmiş bulunmaktadır.
<<Sin demek mezar demek. Sin kelimesinin diğer bir anlamıda, yaş, ömür, hayat demek. Yani doğmak ve yaşamak. İki tane sin birleşip Sinsin olduğunda, mezardan dirilmek, yaşamak, yeniden doğmak anlamında. Atalarımızın tuzağa düşürülüp neslinin bitme noktasına getirildiği savaşlarda, sağ kalanTürk hakanı İl Kağan'ın oğlu Kıyan ve yeğeni Tukuz'un eşleri ile birlikte sarp yollardan küçücük bir dar geçitten geçerek bir dağın içine girdiler, oraya da Ergenekon adını verip çoğaldılar. Dört yüz yıl gibi bir zaman geçince oraya sığmaz oldular. Ataları'nın dağa girdiği geçiti kaybettiler. Bir demircinin işaretiyle demir madeniyle sarılı dağın ince bir yerine ateş yakıp koyun postundan yetmiş körük yaparak, demir madenini eritip gün yüzüne çıktılar.
Bu çıkış günü 21 Mart günüdür, bütün Türkler'in öz bayramıdır. Ergenekon, Yeni gün, Nevruz gibi isimlerle kutlanmaktadır. 21 Mart Nevruz ateşi bunun için yakılır, Örste demirin dövülmesi de bu gün içindir. Atalarımız Ergenekon'dan gün yüzüne çıktıkları 21 mart günü'nü bayram olarak kutlamışlar. Bu kutlamalar da yakılan ateş etrafında, düşmana meydan okuyarak bu günü kutlamışlardır. O günden bu güne kadar da, bir gelenek olarak özellikle düğünlerimiz de sinsin ateşi yakılarak, sinsin oyunu oynanmıştır. Zamanla da kültürümüz ve geleneklerimiz değişimlere uğrayarak, sinsin'de aslından biraz uzaklaşıp sadece eğlence olarak algılanmıştır. Eğlence olarak oynanırken bile günden güne oyunun kurallarında ihlâller oluşmuştur. Türklerin öz bayramı olan Nevruz ateşinden doğan bu ata geleneği sinsin'i gençlere öğretip yaşatmamız gerekir.
Sinsin bir çok manâlar ifade eder. Sinsin: Türk'ün mezar'dan dirilişi demektir. Sinsin: Ateş etrafında dönerken düşmana meydan okumaktır. Sinsin: Gelen düşmana karşı kendini kollamaktır. Sinsin: Mertliğin, yiğitliğin, dostluğun, sevginin, kardeşliğin, ateş etrafında kenetlenmesidir. Sinsin: Türkün savaşa hazırlık oyunudur. Sinsin: Ateş etrafında yiğitçe dönerken, dizin toprağa vurulmasıyla, toprağa olan saygının ifadesidir. Toprakdan geldik, toprağa gideceğiz demektir. Eskiden sinsin oynanmadan yapılan bir düğün, törensiz bir düğün olarak sayılırdı. Düğün haricinde milli günlerde, asker uğurlamalarında da oynanabilir.>>
Ankara Kültürü Araştırmacısı,
Haluk Balaban
AHİLİK HAFTASI MÜNASEBETİ İLE
AHİ EVRANIN HAYATI VE ANKARADA AHİ CUMHURİYETİ.
Asıl adı Nasıruddin Mahmud Ahi Evran bin Abbas olan Ahi Evran, 1171 yılında Azerbaycan’ın hoy şehrinde doğmuş ve 1262 yılında Kırşehir’de vefat etmiştir. ( Şehit edilmiştir ) Ahi Evran, ilk eğitimini hoy’da almıştır. Ahmet Yesevi’nin talebelerinin sohbetlerinde bulunmuştur. Hacı Bektaş veli ve Mevlana ile aynı dönemde yaşamıştır.
Ahi Evran'ın asıl adı Nasir üd-din EbüI-Hakäyik Mahmud El Hoy olarak kayıtlara geçmiştir.Herkesin korkup kaçtığı evran denen büyük bir yılanın onu görünce sakinleşmesi ve itâat etmesi dolayısıyla "Evran" diye anılmıştır.
Ahi Evran Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen alperenlerden biridir. Denizli, Konya ve Kayseri gibi şehirleri gezerek Ahilik teşkilatının kurulması ve yayılmasında önemli rol oynamıştır. Asıl mesleği debbağlıktır (deri işleme sanatı). Osmanlı Devleti zamanında Ahi Evran’ın esnafın piri olarak kazandığı ün Anadolu, Rumeli, balkanlar ve Kırım’a kadar yayılmıştır. Ahi Evran, Moğol istilasından kaçarak Anadolu’ya gelen sanatkâr ve tüccarların dayanışmasını sağlamıştır. Onlar arasında sağlam bir birlik oluşturarak kaliteli mal üretmelerini teşvik etmiştir. Daha sonra Kırşehir’e yerleşerek vefat edinceye kadar burada yaşamıştır.
BACI ERENLİĞİN KAYNAĞI.
Ahi Evren, 1205 yılında Kermani nin kızı Fatma Bacı ile evlendi. Ahiliğe kadınlar giremediği için Fatma Bacı da Bacıyan-ı Rum (Anadolu Kadınları) teşkilatını kurmuş ve Kadın Ana olarak tanınmıştı. Ahi Evran’ın şeyhliği altında 13. yüzyılda Ankara ve Kırşehir’de toplanan Ahiler, kısa sürede Selçuklu şehirlerine yayılmışlardı. Osmanlı devletinin kuruluşunda etkili olmuşlardır.
Velâyetnâme adlı eserinde Hacı Bektaş-ı Velî'nin sık sık Kırşehir'i ve Ahi Evran'ı ziyareti, onunla sohbetlerini anlatır. 13. yüzyıl'da Anadolu'dan geçen ünlü seyyah İbn-i Batuta da Burdur, Gölhisar, Ladik, Milas, Gerçin, Konya, Niğde, Aksaray, Kayseri, Sivas, Gümüş, Erzincan, Erzurum, Birgi, Tire, Manisa, Balıkesir, Bursa, Görele, Geyve, Yenice, Mudurnu, Bolu, Kastamonu, Sinop gibi Anadolu şehirlerindeki ahi zaviyelerinden bahsetmekte ve buralarda misafir olduğunu zikretmektedir. Kırşehir'de adını taşıyan Ahi Evran Üniversitesi, 2006 yılında kurulmuştur.
Ahi Evran’ın Kırşehir’de kurduğu Ahilik Evran Zaviyesi, 20. yüzyılın başlarına kadar etkisini sürdürmüş esnafın manevi bir merkezi olmuştur. Ahilik mensupları; toplanıp sohbet edebilecekleri ve misafirleri ağırlayabilecekleri dergâhlar kurmuşlardır.
Ahi Evran, kurduğu inanç düzeni ile esnafı örgütledi. Ahlaki ve sosyal kurallarla dayanışmayı sağladı, ekonomik hayatı canlandırdı. Ahlakla sanatı bir ahenk içerisinde birleştirdi. Ahi Teşkilatını kurdu ve bütün Anadolu’ya yaydı. Ahi Evran 92 yaşında Kırşehir’de vefat etti.( Şehit edildi )
ANKARADA AHİ CUMHURİYETİ.
Ankara da 10 yıl süren Bir ahi Cumhuriyeti Hüküm sürmüştür. Ankara da 20 nin üzerinde Ahi Dervişlerinin Teşkilat üyelerinin adını Taşıyan Mescit Vakfiye,Zaviye..mezarlık Külliye okul vardır. Ahilik Anadolu’nun Muhtelif İllerinde görülmekle beraber. En Uzun Hüküm ve ilkeleri Yaşatılan il Olarak Ankara’mız olmuştur. Ankara’nın Çok ünlü ticari Hanlarında Esnaf Loncaları denetlenerek Halkın Tüm tüketim Mallarında en ucuz en kaliteli malları almalarında Bir nevi Bu günkü Tüketici Hakları savunucusu olarak oto kontrolü sağlamışlardır. Ankaralı Seymen teşkilatı ile Birlik beraberliği sağlamış Hanlardaki Yiğitbaşları Meslekten anlayan ve meslek sahibi seymenler Arasından seçilmiştir.
Bazı Tarihçi ve araştırmacılar Ankaradaki Ahi cumhuriyetinin 60 yıl sürdüğünü yazmakla beraber.Bu gün bile Ankara kalesi giriş Kapısında taşta yazılı İlhanlıların ( Vergi Levhası ) emirnamesini ve bu taştaki Hükmü okumadıkları anlaşılmaktadır. Bu taş üzerinde Ankara’nın 1344 yılına kadar İlhanlıların çekilmesi Tarihi 70 bin akçe vergiye Bağlandığı açıkça zikredilmektedir.
10 yıl süren Ahi cumhuriyetinde halkın Kendini Yönetmesinin Ve Tarihte İlk cumhuriyetin temelinin atılmasında Ahiler ve Seymenler Olmuştur Nitekim Cumhuriyetimizin Kurucusu Büyük Atatürk Ben Ankara’yı ve Ankaralıları Coğrafya Kitaplarından değil Tarihten Öğrendim diyerek engin Tarih Bilgisini ortaya koymuştur.
Ankara’da Ahiler Bir çok Dergah ve zaviye Kurmuşlar 20 inci yüz yıla kadar bu zaviyeler yaşatılmışsada uzun süren celali isyanları Harplerden dolayı çoğu yok olmuş zaviye ve dergahların bile izi kalmamıştır zaviye ve dergahların Korunmasında Ribat denilen Karakollarda Seymenler Görev almış Törelerin yaşatılmasına ve halkın malını canının Korunmasında destek olmuşlardır. Yeri gelmişken Seymenleri eski çeri olarak Adlandıranlar Bulunmaktadır Bu tamamen yanlış ve yanıltılmış bir algı oluşturmaktadır
Çeri kelimesi Zaten eski Asker Manasındadır. Seymenler Mutlak Meslek sahibi Yiğit Mert Bilge cömert Manasındadır. Devrin seçilmiş Silahlı Koruyucusu savaşçısı. Nitekim Osmanlıda HAS. TIMAR ZEAMET sistemleri incelendiğinde burada seymeni görmek mümkündür.
Görüleceği üzere Ahi düzeni İle seymenin ilkeleri ayni pareleldedir.Ahi dede seymen’de de İkrara ve edebe dayalı sistem vardır.
ELİNE BELİNE DİLİNE HAKİM OLMAK AHİLERİN VE SEYMENLERİN DÜSTURUDUR.
A.HALUK BALABAN.
Fotoğraf açıklaması yok.

18 Eylül 2022 Pazar

 AHİLER.

Ahilik Anadolu’dan Orta Asya ülkelerine ve İran’a kadar uzanan topraklarda daha çok esnaf ve sanat erbabını bir çatı altında toplayan ve oralara her türlü desteği veren bir teşkilatın adıdır.
Ahilik teşkilatının yapısında İslam’ın ruhunu yansıtan ana unsurları görmek mümkündür. Zira bu sistem, müslümanların inanç ve düşünce sistemiyle yoğrulmuş ve ihtiyaca göre kurulmuştur. Ahilik, “uhuvvet” (kardeşlik)’le çok yakın ilişkisi olması sebebiyle, İslam dünyasında kabul görmüş ve kolaylıkla yayılmıştır.
Teşkilatın kurucusu olan Ahi Evran’ın asıl adı Şeyh Mahmud Nâsıruddîn olup, İran’ın Hoy şehrinde dünyaya gelmiştir. Anadolu’daki bütün sanatların pîri olarak kabul edilmektedir ve kendisi daha çok dericilik sanatı ile uğraşmıştır. Anadolu’ya geldiğinde Kayseri, Denizli ve Konya yörelerinde belli bir zaman kaldıktan sonra Kırşehir’e gelmiş, orada Ahilik teşkilatının kurulmasını sağlayarak, 93 yaşında iken aynı yerde vefat etmiştir.
Ahilik teşkilatına girecek olan kişi önce şerbet içerek, sonra peştamal kuşanıp şalvar giyerek teşkilatın mensubu olabilmektedir.
Ahilik teşkilatının, Anadolu’nun birlik ve beraberliğinde, sosyal ve kültürel yapısında ve eğitiminde önemli rolü vardır. Teşkilata bağlı kurumda eğitim gören öğrencilere “çırak” denirdi ve çıraklar sadece mesleki yönden değil, manevi yönden de iyi bir şekilde yetiştirilmekteydiler. Ustalar ise hem bir eğitim, hem de çırağın ahlaklı, dürüst, çalışkan ve dinine bağlı bir insan olarak yetişmesinden sorumluydular. Ahiler bu şekilde tasavvufi bir eğitim sürecinden geçerek manevi alanda olgunlaştırılırken, bir taraftan da esnaflık mesleğinin düsturlarını öğrenerek kaliteli bir sanat erbabı olma vasfına erişiyorlardı.
Ahiyân-ı Rum, yani Anadolu Ahileri aralarına katılmak isteyen ahbaplarına önce referanslarını sorarlarmış. Yani kimden eğitim aldıklarını.. Daha sonra yol töresince sınava çekilirlermiş. İşte bir sınav ve örnek iki soru:
- De bakalım, ahiliğin açığı kaçtır?
- Dörttür.
- Say gelsin!
- Eli, yüzü, gönlü, sofrası...
- Kapalısı kaçtır?
- Üçtür.
- Say gelsin!
- Gözü, beli, dili.
- Gözü kapalılıktan murat nedir?
- Kimsenin suçunu, ayıbını görmemektir.
Fotoğraf açıklaması yok.

 SIĞIRCIK SUYU İLE İLGİLİ

ANKARA’DA YAŞANMIŞ BİR OLAY.
Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin yaşayan kerametlerine dair, 1890 yıllarında Ankara’da, daha sonra da Kırım’da yaşanan çekirge istilası ile ilgili olarak,
Ankara Belediye Reisi Ademzade Ahmet Bey’in hatıra defterinden şu bilgileri, merhum Şeref Erdoğdu “Ankaram” isimli eserinde verir:
“Çekirge istilâsı, afatı semaviyeden addolunsa yeridir.
Bundan 60 küsur sene evvel (hatıra tarihine göre 75yıl önce yani 1890 yıllarında) Ankara’ya güz mevsimindeuçuşan milyonlarca çekirge gelmiş, öyle ki; bütünAnkara semasını kaplamış güneş görünmez olmuştu.
Kış günü yağan kar fırtınası gibi korkunç bir âfet idi.Sokakta yürürken insanın yüzüne gözüne çarpar,evlerin içine girer, oda kapısını açık bulursa oraya girer,kapıdan bacadan kendini atar, mutbah da yemekleriniçine girer, bu hayvanın girmediği köşe bucakkalmamıştı. Hane içinde sebzeye dair ne bulursa yerdi.Geldiği zaman hububata pek zarar vermedi; zira
mahsul kaldırılmıştı.
Yiyecek bulamadı, fakat kozasını Ankara muhitinegömdü. Bahar gelince kozadan çıkmaya başladı. Kozalarkabuklu fıstık gibi olup, beher kozanın içinde pirinçtanesi gibi 80-90 tane çekirge tohumu bulunuyordu. Havalar ısınmıya başlayınca pire halinde çıkmayabaşladı. Çekirge cansız koza halinde iken, hükümether mahalle ve her şahsı mükellef tutarak çekirge itlafınabaşladı. Her mahalle halkı camilerdeki kilim vesergilerle bir mıntıkaya giderek ellerinde yelpazelerlepire gibi olan bu çekirgeleri toplayıp kaplar içinde Belediyeyeteslim ederlerdi. Çekirge toplamında bulunamıyanlar,dükkânlarda bir meta gibi satılan kozayısatın alarak Belediyeye teslim mecburiyetinde kalmıştı.Bu toplama bir fayda vermedi. Uçma zamanıgeldi; etrafta bir şey bırakmadı, yedi bitirdi.Müşahedemi söyliyeyim: Solfasol civarında toplamayapıyorduk, büyük bir sahada yemyeşil ekilmiştarlayı on dakika içinde simsiyah bir hale getirdi. Çünkü,
milyonlarca hayvana ne dayanır.
Maddî çare bulunamayınca maneviyata müracaatmecburiyeti hasıl oldu. Yabanabat’ın (Kızılcahamam)Şeyhler Karyesinde Ali Dedeli Şeyhler namiyle yadedilenHazreti Ebubekir veyahut Hazreti Ömer Faruksülâlesinden bir zatın, kerameti kulundan olan bir çeşmeninsuyundan bir miktar su alınıp, çekirge bulunanmahalle götürülürse, suyun arkasından binlerce sığırcıkkuşu gelir, çekirgeyi itlaf edermiş diye ötedenberi
bir efsane, bir itikat ve itimat vardı.
Nihayet ulema ve sülehandan bir heyet Şeyhler karyesine gönderildi.Orada bulunan zatlarla birlikte çeşmeden su alındı.Matara gibi kaplarla ve bir heyetle Ankara’ya Akköprücivarında vasıl olduklarında bütün Ankara halkı ve
mektepli çocuklar karşıladı.
Şeyhler, hocalar dua ederek mübarek sudan birermiktar bazı camilerin mihraplarına kondu. Bir kaç gün
sonra sığırcık kuşları gelmeye başladı.
Öyle ki; yüzbinlerce kuş Ankara’yı istilâ etti. Çekirge sahasını sığırcık kuşu kapladı. Halbuki Şeyhler Köyünde ve çeşmede hiç biri görünmezken bu kuşlar nereden geliyor, kimse
buna dair malûmat veremiyor...
Bugünkü münevverler buna cevap verirler mi acaba?Hatırımda kaldığına göre, bundan 45-50 seneönce Rusya’nın Kırım ülkesinde çekirge zuhur ediyor.Müslüman Tatarlar, Rus Hükümetine müracaat ederekçekirgenin itlafı için sığırcık kuşunu istiyorlar. RusHükümeti bu taleplerini kabul ederek, Osmanlı Hükümetineyazıyor. Şeyhler Köyünde olan bu mübarek
sudan alarak bir heyet marifetiyle gönderiliyor.
Arkasından kuşlar da Kırım diyarına varıyor. Bu heyetâzasiyle görüştüm, vak’ayı dinledim. Gerek dahilde,gerek hariçte çekirge imha eden bu kuşlar nereden geliyor?Kim gönderiyor? Niçin başka vakitlerde bu kuşlar
gelmiyor?
Bu hali benim gibi binlerce insan görmüştür.
Bu hal bir kerametse kimin? ve kime aittir? Sihir midir,
yoksa tabiî mi? Meçhulümüz olan bir hakikattir.”
ANKARA KULÜBÜ SEYMENLERİNDEN ŞEREF ERDOĞDUNUN ANKARAM ESERİNDEN
ŞEREF ERDOĞDU YILLARCA Ankara kulübüne Hizmet etmiş. Yönetiminde Bulunmuş 10 un üzerinde
Ankara ile belgesel nitelikte kitap yazmış ise de emeklilik döneminde hatırlayan Anan Olmayan Dernek Yöneticileri yüzünden Tüm eserlerinin Telif Hakkını KÜLTÜR BAKANLIĞINA ÜCRETSİZ VERMİŞTİR.
MEKANI CENNET OLA.
ÖZEL BİLGİ : 1890 VE 1900 LÜ YILLARDA ANKARAYA 2 SEFER ÇEKİRGE SALDIRISINI BİLEN MUSTAFA KEMAL PAŞA Atatürk Orman çiftliği kurulurken Ankara Çayı Kenarında SIĞIRCIK KUŞLARININ yaşam alanı olarak sulak bir yeri ayırtmış. Bu kuşların üreme ve yaşam alanlarının korunması konusunda talimatlar vermiştir.
MEKANIN CENNET OLA ŞEREF ERDOĞDU HOCAM.
HALUK BALABAN.
Rahmetli şeref Erdoğdunun Ankaram. Hüdayda.Ankara kabadayıları. Ankaranın semt isimleri.gibi Kültürel miras Tarihe belge niteliğinde eserleri Bir çok Tez ve araştırma konusu olmuştur .Ankaram Kitabının Hazırlanmasında Rahmetli babaannem Samiye Balaban çok bilgiye Kaynaklık yapmış Naçizane Ben de Hacettepe Konusunda Bilgi ve belgeler sunmuştum.
HALUK BALABAN.
Bir 1 kişi görseli olabilir

17 Eylül 2022 Cumartesi

 


ELMALI'LI  MUHAMMED HAMDİ YAZIR. ( Kuran'ı #Türkçe'ye #çeviren İslam âlimi )

Doğum tarihi: 1878, Elmalı

Ölüm tarihi ve yeri: 27 Mayıs 1942, İstanbul

Defnedildiği yer: Sahrayıcedit Mezarlığı, İstanbul

Doğum: 1878; Antalya, Osmanlı İmparatorluğu

Ebeveynleri: Hoca Numan Efendi, Fatma Hanım

 

   Mustafa Kemal #Atatürk'ün Elmalılı'ya yazdırdığı tefsir, günümüzde bile önde gelen İslam âlimleri tarafından da hâlâ en güvenilir tefsir olarak kabul edilmektedir.

 Bu tefsirin önsözünde şu ifadeler yer alır:"#Ben halis #Anadolulu #Öz Oğuz, Yazır Türkü'yüm. On beş yaşında İstanbul'a geldim.

Ne Arabistan'a gittim ne Türkistan'a. Ne İran'ı gördüm ne Frengistan'ı. Öğrendiğimi bu vatanda öğrendim.

    Yazır''ın Kayı, Kınık, Bayındır, Eymir, Avşar gibi büyük Oğuz kabilelerinden biri olduğunu da Divan-ı Lügati't-Türk'ten öğrendim.

    İran''da çıkan yünden, Avrupa'da bükülen ipten, Türk tezgâhında dokunan halıyı Türk malı tanıdım.

   Bir binanın mimarisi Türk olmak için bütün kerestesi yerli olması lâzım değildir diye işittim.

Afrika madenlerinden çıkmış altının üzerinde bir Türk sikkesi gördüğüm zaman ona Afrika'nın değil, bizim altınımız dedim.

 Ruhî-i Bağdadî'nin: "Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler / Yevme lâ yenfeu'da kalb-i selîm isterler..."

  (Ey hoca sanma ki senden altın ve gümüş isterler.

Hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde tertemiz ve sapasağlam bir kalp isterler.) sözünü duyduğum vakit bunu Türkçe'den başka bir lisanın edebiyatına kaydedemediğim gibi Türkçe'nin en güzel sözlerinden tanımakta tereddüt etmedim."

(Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili Mukaddimesi).

  Bu ifadeler Elmalılı'nın son derece milliyetçi ve istiklalci bir Türk âlimi olduğunu gösteriyor. Bugün İslamcılık adına Türk'üm demenin neredeyse günah kabul edildiği bu ortamda en büyük tefsir âliminin göğsünü gere gere "ben Türk'üm" demesi ne kadar önemli ve anlamlı hale geldi.

  "Her şeyi bu vatanda öğrendim" diyerek aslında yüzde yüz yerli ve millî bir İslam âlimi oluşuna vurgu yapıyor.

 Yani Arapçı ya da İrancı Müslüman değil, Anadolu Türk Müslümanıyım diyor.

Bu da önemli, zira bugün İslamcı, cemaatçi çevreler, öz be öz Türk halkını Arapçı ya da İrancı bir İslam anlayışıyla avlayarak milliyet ruhlarını, Türklüklerini iğdiş ediyorlar.

 Tarihini, soyunu sopunu, kimliğini, neliğini, Divanü Lügati't-Türk gibi öz Türk kaynaklarından öğrendiğini söylemesi de son derece önemli ve dikkate değer.

Zira Türk kaynaklarını okumanın ya da ciddi kaynak olarak kullanmanın şovenlikle, ırkçılıkla, kavmiyetçilikle suçlandığı bu zamanda böylesine milliyetçi bir Türk tavrı, Türk çocuklarına cesaret ve güven veriyor.

 Elmalılı'nın bu milliyet ruh ve şuuru bugünkü Türk gençliğine ve özellikle İslamcı geçinen milliyetsiz mankurt Türklere çok lazım.

HALUK BALABAN.

 


DÜNYADA NE KADAR TÜRK VAR?

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ;  

Nüfus: 83.000.000

Başkent: Ankara

AZERBAYCAN CUMHURİYETİ;

Nüfus: 12.000.000

Başkent: Bakü

KAZAKİSTAN CUMHURİYETİ;

Nüfus: 17.400.000

Başkent:Astana

TÜRKMENİSTAN CUMHURİYETİ;

Nüfus: 6.000.000

Başkent:Aşkabat

ÖZBEKİSTAN CUMHURİYETİ;

Nüfus: 31.000.000

Başkent:Taşkent

KIRGIZİSTAN CUMHURIYETI:

Nüfus: 6.200.000

Başkent:Bişkek

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ;

Nüfus: 300.000

Başkent:Lefkoşa

ÖZERK TÜRK CUMHURİYETLERİ:

ALTAY CUMHURİYETİ;

Nüfus: 300.000

Başkent:Gorno-altaysk

BAŞKURTİSTAN;

Nüfus: 5.300.000

Başkent:Ufa

KABARDEY-BALKARYA CUMHURİYETİ;

Nüfus: 1.200.000

Başkent: Nalçik

ÇUVAŞİSTAN CUMHURİYETİ;

Nüfus: 1.800.000

Başkent: şupaşkar

DAĞISTAN CUMHURİYETİ;

Nüfus: 3.500.000

Başkent:Mahaçkala

DOĞU TÜRKİSTAN;

Nüfus: 30.000.000

Başkent:Urumçi

GAGAVUZYA;

Nüfus: 200.000

Başkent:Komrat

HAKASYA;

Nüfus: 600.000

Başkent:Abakan

KARAÇAY- ÇERKES CUMHURİYETİ:

Nüfus: 700.000

Başkent:Çerkessk

KARAKALPAKİSTAN;

Nüfus: 1.400.000

Başkent:Nukus

NAHCİVAN;

Nüfus:500.000

Başkent:Nahcıvan

TATARİSTAN;

Nüfus: 4.500.000

Başkent:Kazan

TUVA CUMHURİYETİ;

Nüfus: 388.000

Başkent:Kısıl

YAKUTİSTAN;

Nüfus: 1.200.000

Başkent:Yakutsk

TÜRK AZINLIKLARI;

İRAN AZERİLERİ; İran’da varlığını sürdüren 30.000.000 Azeri Türkü bulunmaktadır.

KAŞKAYLAR; İran’da 2.500.000 kaşkay türkü yaşamaktadır.

NOGAYLAR: Rusya federasyonu, Türkiye, Romanya ve Türki cumhuriyetler’de toplam 400.000 civarında Nogay yaşamaktadır.

AHISKA TÜRKLERİ; Türkiye dışında, Rusya, Türk cumhuriyetler, Avrupa ve ABD'de yaklaşık 500.000 civarında Ahıska Türkü yaşamaktadır.

BALKAN TÜRKLERİ, Yunanistan, Bulgaristan ve eski Yugoslav devletlerinde yaşayan türkler. 1.000.000 civarındadır.

IRAK TÜRKMENLERİ; Irak’ta Musul-Kerkük başta olmak üzere çeşitli bölgelerde 3.500.000 civarında Türkmen yaşamaktadır.

KAÇARLAR; Iran’ın bir dönemine damgasını vuran Türk boyudur. Günümüzde iran’da 25-30.000 Kaçar Türkü yaşamaktadır. Bizdeki Göçerler anlamındadır.

KARAY TÜRKLERİ (KARAİMLER), Dini inanış olarak museviliği seçen türk halkıdır. Başta Rusya ve İsrail olmak üzere dünyada 100.000 civarında Karay Türk’ü bulunmaktadır.

KIRIMÇAKLAR, bir başka yahudi türk boyudur. Karaimler ile akraba olup özellikle Kırım’da yaşamaktadırlar. Günümüzde sayıları 10.000 civarındadır.

KAMUK TÜRKLERİ, Rusya-kafkasya-Dağıstan’da yaşayan kıpçak türkleridir. nüfusları 500.000 civarındadır.

SALARLAR, Çin’de varlığını sürdüren ve sayıları 200.000 civarında olan türk topluluğudur.

DOLGANLAR, Rusya’nın en kuzeyinde yaşayan ve Sibir Türkleri ile akraba olan sayıları 10.000’i bulan türk topluluğudur.

ŞORLAR, Sibirya’da yaşayan ve günümüzde nüfusları 20.000 civarında olan türk topluluğudur.

SURİYE TÜRKLERİ, Günümüzde sayıları 1.500.000’i bulan Oğuz Türkmenleridir.

YUGURLAR, Çin’de yaşayan ve sayılları 20.000 civarında olan türk topluluğudur.

TEREKEMELER, günümüzde ekseri Rusya’da yaşayan ve sayıları 1.000.000 civarında olan kıpçak topluluktur.

HALAÇLAR(KALAÇ), İran-Afganistan’da yaşayan ve sayıları 200.000’i bulan Türk topluluğudur.

ŞAHSEVENLER, İran’da Kum, Tahran, Kazvin ve Zevcan'da yaşayan sayıları 300.000’i bulan azeri halk.

NAYMANLAR, Moğolistan, Kazakistan, Türkiye ve Rusya’da yaşayan ve sayıları 3.000.000’u bulan topluluktur.

AVRUPA TÜRKLERİ, Almanya başta olmak üzre Avrupa’da yaşayan kandaşlarımızdır. nüfusları 9.000.000 civarındadır.

Bunların dışında populasyonları kayda değer olmasa da kendi gelenek ve göreneklerini sürdüren birçok türk topluluğu vardır. Genelde eski sovyet coğrafyasında yaşayan bu toplulukların birkısmının isimleri;

tofalar, yaka türkmenleri, afganistan türkmenleri, ilu türkleri, aynallu türkleri, aymaklar, hamseler, stravopol türkmenleri, teleütler, çulimler, barabalar, öngütler, kızıllar, hoşballar, biltirler, kamasinler, çulımlar,kızılderililer sayılabilir…

Bugün tüm dünyada yaşayan türk nüfusu 235.000.000’u bulmaktadır ki, bu da Çinliler ve Hintliler’den sonra Türk Milleti’ni dünyanın en kalabalık 3. Nüfusu yapmaktadır.

HALUK BALABAN ARŞİV.