23 Mart 2024 Cumartesi

 ÇITAK VE ÇITAKLAR:

1- Çıtak kelimesi sözlüklerde a-İyi giyinmiş, yakışıklı delikanlı. b-Dağlı, dağlarda yaşayan köylü. c-Yabancı , göçmen.d-Kavgacı,inatçı,huysuz olarak anlamlandırılıyor.
2- Eski Türkçede “Çit” kelimesi, “Sınır, uç, kenar” gibi anlamlara gelmekte “Ak” ise “Yer, mevki, bölge, ülke” gibi anlamlara gelmektedir. Her iki kelimenin bir araya gelmesinden oluşan “Çitak” kelimesi, “kenar memleket, kıyı-köşe yer” demek olur ki “Çitak” böyle yerlerin halkı manasına gelir.
3- Şarki Rumeli’de yerleşmiş bulunan bir kısım Türk halkına “Çıtak” adı verilmiştir. Halk arasında dönüp dolaşan rivayetlere göre, bunlar, Hıristiyan unsurlardan ayırt edilebilmeleri için çitlerini kireçle boyamışlar ve “Çiti-ak” anlamına gelen “Çıtak” adı ile anılmışlardır. Bilindiği üzere, bugünkü Türkçemizde “Çit” ağaç dallarından örülmüş korunak anlamına gelmektedir. Çitmek tabiri de, bir şeyin ayrıntılarını veya iki parçasını biri birine örerek birleştirmek manası taşımaktadır.
4- Çıtak Anadolu’da Çubuk, Haymana ve Polatlı çevresinde dağda yaşayan ve geçimini odun satarak sağlayan kişi anlamında derleme sözlüğünde ifade edilmektedir.
5- Bu gün Çıtak kelimesi hala Rumeli’de Çıtak, Orta Asya’da ise Çatak veya Çotak şeklinde kullanılmaktadır.
6- Yine Orta Asya’da yaşayan Çiğil Türklerinin yün ve kürkten elbise, beyaz tiftikten kıymaç, börk giydikleri için Çıtak olarak adlandırılmaları görüşü de vardır.
Ancak Ak elbise bütün Türk boylarında kullanılan bir figürdür. Oğuz Türkleri devamlı beyaz elbise giymişler, beyaz rengi uğurlu, siyah rengi de uğursuz saymışlardır. Sultan Alpaslan’ın savaşa beyaz elbise ile katılması hepimizin bildiği bir olaydır
7- Orta Asya’da Oğuzlarla sürekli mücadele eden, Karluklarla beraber bölgeye yerleşmiş, Kıpçak Türklerinin bir kolu olan Türklere Oğuzların kendilerinden olmadıklarını belirtmek için ‘Çiğil’ dedikleri bu söylemin zamanla ‘Çotak’, ’Çıtak’ ifadesine dönüşmesi en çok kullanılan ve rağbet edilen görüştür.
Tarihsel süreçte ,Çiğillerin, Doğu ve Batı Türkistan sınırında Karluklarla beraber yerleştikleri ve komşuları Oğuzlarla devamlı mücadele halinde oldukları görülmektedir.
Çiğiller’in; Peçenek, Kıpçak, Oğuz, Başkurt ve Uygur gibi büyük boylardan ve Türkler’in aslen ayrıldıkları 20 ilden biri olduğu ve Çiğil lehçesinin de Oğuz lehçeleri gibi sırf Türkçe olduğu Kaşgarlı Mahmut’ta yazılıdır.
Prof.Dr. Y.Ziya Yörükân’a göre Oğuzlar, aynı bölgede beraber yaşadıkları halde kendilerinden olmayan üruğlara Çıtak demişlerdir. Türklerde ve Oğuzlarda böyle bir gelenek olduğu ve Oğuzların kendilerini Türk budununun en asil ve şerefli boyu olarak gördükleri için, çevrelerinde kendileri gibi muharip ve kahraman görmedikleri boylara önce sevmedikleri Çiğillerin adını takmışlar ve onlara Çiğil demişlerdir.. Sonraki yıllarda ise bu söylem Çıtak’a dönüşmüştür.24 Oğuz boyu arasında Çıtaklar yoktur.
Bu durum Çıtakların Oğuz boylarına dahil olmadıklarını tesbit etmektedir.
Yörükan hoca; Orta Asya’dan göç eden Çıtakların Hazar Tuna yolu ile Balkanlara, küçük bir kolunun da güneye inip Anadolu’ya geldiğini belirtiyor. Orta asya’dan yapılan göçlerin ilki; Başkurt, Peçenek, Macar ve Bulgarlar tarafından 932 de Balkanlar’a yapılmıştır. Kıpçak, Karluk ve Oğuzlar tarafından yapılan ikinci sefer ise II.yüzyıl başlarında olmuştur. Bu boylar arasında, Karluklarla beraber yaşadıklarını bildiğimiz Çiğillerin ismine rastlanmadığına göre, Çiğillerin zamanla zayıflayıp dağıldıkları ve Çıtak olarak isimlendirildikten sonra küçük guruplar halinde diğer boylarla beraber hareket ettikleri ileri sürülebilir.
Büyük ölçüde Şaman dinine mensup olan bu boylar özelikle Bulgarlar ve gagavuzlar yerleştikleri Balkan ülkeleri ve Anadolu’da yerli Hiristiyan halk ile kaynaşarak zamanla Hiristiyan dinine geçtiler ve büyük ölçüde kimlik kaybına uğradılar. Deliorman da yoğun olarak bulunan Gacallar (Çıtaklar) Müslüman olarak kalmıştır.
Bulgaristan’da Çıtak olarak adlandırılan Karadağlıların atalarının Balkanlara gelişi, Peçenekler, Uz-Türkler ve Kumanlar gibi diğer Türk kavimleri ile aynı döneme denk gelmektedir.
Karadağlılar, Bulgaristan’da Bulgarlar ve Pomaklar tarafından Çıtak olarak adlandırılıyorlardı.
Rumeli’de yaşayan, Kıpçak Türkçesinin bir türünü kullanan Çıtak Türklerinin dil bakımından Rumeli Türkleri arasında özel bir grup meydana getirdikleri ve ayrıştıkları tespit edilmektedir.Bu grubun dilinde Rumeli’nin öbür ağızlarına göre birçok farklar görülmektedir.Bu farklar gerek Rumeli gerek Anadolu Türkçesi bakımından “kaba” sayılıyordu. Bu sebeple Çıtak adı sonradan “kaba adam”, “dağlı”, “köylü” gibi bir takım anlamlar almıştır.
1402 yılında yapılan Ankara savaşı için gelen Osmanlı Rumeli kuvvetleri arasında bulunan Sultan Yıldırım Beyazıt’ın kayınbiraderi Sırp Stefan Lazereviç komutasındaki Sırp birliklerle Balkanlardan gelen Çıtak Türkleri’nin savaştan sonra geri dönmeyip, buralara yerleşmeleri sonucunda bunlara Çıtak denilmesi çokça ileri sürülen bir görüştür. Yıldırım çatak ve Berçin Çatak köylerinin varlığı bunu görüşü kısmen makul gösterse de genel isimlendirme için çok yetersizdir.
Yine Timur ile beraber Anadolu’ya gelen çıtak’ların Ankara Savaşı’ndan sonra çevreye yayıldıklarını anlatan rivayetler varsa da o dönem kayıtlarında hiçbir bilgi yoktur.
17.asırda Anadolu ve Balkanlar’da dolaşan Evliya Çelebi; Silistre’de orta boylu ve sağlam yapılı insanların yaşadığı, ayrıca Dobruca’da, Dobruca çıtakları adıyla anılan büyük bir Çıtak kolunun yaşadığını belirterek, bunların Tatar, Ulah ve Bulgar’ların karışımından geldiğini ,Çıtak hanımlarının çok utangaç ve namuslu olduğunu yazmıştır.
Balkan harbi sonrasında Rumeli Türklerinden olan bazı aileler Kızılcahamam ve civarına yerleştirilmiş olup,
Çubuk.Çamlıdere,polatlı ,Haymana civarındada ÇITAK Boylarının varlığı Bilinmektedir.
KAYNAK : Selim Şenol.
HALUK BALABAN Arşiv.
ÖZEL NOT : Mustafa Kemal Paşanın Ankaraya 27 aralık 1919 yılında Gelişinde bazı seymenlerde AK ZIVGA = AKDON GİYMİŞLER Yüzlerce Davulcuda ÇİNTAK denilen Beyaz şalvar ve üstlük giymişlerdir Bu Kıyafet Yüzlerce Yıllık Oğuz geleneklerindendir .


Tüm ifadeler:
Haluk Balaban

19 Mart 2024 Salı

 


ANKARA VİLAYETİ ANKARA SANCAĞI.

Ankara Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında  Osmanlının  252 Eyaletinden birisi olarak seçilmiş  sonraları Eyalet Merkezi Kütahya olarak  Tensip edilmiş Bilahare Çevre illerden 7 ilin bir çok kısmını içine aldığı Sancak merkezi Olarak  Görev yapmış 20 ye yakın Vali ile Yönetilmiş. Cumhuriyet devrinde de  Valilerce Yönetilmesine rağmen  Bazı kişiler israrla Ankara'mızı Bozkırın Bir Kasabası olarak nitelendirmektedir  Tarih de beş adet uygarlığa Başkentlik yapan Ankara dan başka Bir Kent Bulunmadığın özellikle belirtmek isterim.

ANKARA VİLAYETİNE BAĞLI SANCAKLAR. VE VALİLER. ( Genel Nüfus )

1871 Nizamnâmesiyle Osmanlı Devleti, idari bakımdan 27 vilâyet ve 123 sancağa bölünmüştü. Rumeli’deki topraklarında 10 vilâyet 44 sancak, Anadolu’da 16 vilâyet 74 sancak, Kuzey Afrika’da ise 1 vilâyet 5 sancak bulunuyordu. Bunların yanı s ıra elviye-i gayri mülhaka diye adlandırılan bazı livalar idari bakımdan doğrudan merkeze bağlanmış bulunuyordu

Abidin Paşa’nın vali olarak atandığı tarihe kadar geçen yaklaşık on beş yıl içinde kimlerin ne kadar süre ile Ankara valiliği yaptığı aşağıdaki tabloda görülmektedir: 1871-1872 yılları arasında kısa sürelerle beş vali atanmıştır. Bunlardan bu süreler içinde icraat beklemek elbette doğru olmayacaktır. Derviş Paşa, 1872-1874 yılları arasında ikinci kez göreve getirilmiş ve ancak iki yıl hizmet edebilmişti. Ondan görevi devralan beş valinin her biri ancak yaklaşık birer yıl hizmet vermişlerdir (1873- 1878). Bu devrede üç yıl valilik yapan tek kişi Hurşit Paşadır (1878-1881). Abidin Paşa öncesindeki üç yılda yine birer yıllık iki ve iki yıllık bir valinin ardı ardına Ankara’ya gelip gittikleri görülmektedir. Bunlar, Hakkı (1883), Aziz 1883-84), ve Sırrı (1884-1886) Paşalardır.

Abidinpaşanın Vali olduğu yıllarda Tüm vilayet nüfusu 848.227. Vilayet salnamesi Kayıtları.

Tarihte ANKARA UFAK BİR KASABA İDİ DİYENLER OKUSUNLAR……!

Hamdi Paşa 1288 – 1288 (1871) 2 ay

Hacı Muammer Paşa 1288 – 1288 (1871) 2 ay

Esat Paşa 1288 – 1288 (1871-1872) 2 ay

Nusret Paşa 1288 – 1288 (1871-1872) Yaklaşık 7 ay

Refet Paşa 1288 – 1289 (1871-1872) 1 yıl

Derviş Paşa 1289 – 1291(1872-1874) 2 yıl

Abdurrahman Paşa 1290 – 1291 (1873-1874) 1 yıldan az

Refet Paşa (2.defa) 1291 – 1292 (1874-1875) 1 yıl

Raşit Naşit Paşa 1292 – 1293 (1875-1876) 1 yıl

Mustafa Süreyya Paşa

1293 – 1294 (1876-1877) 1 yıl

Haydar Efendi 1294 – 1294 (1877-1877) 1 yıldan az

Sait Paşa 1294 -1295 (1878) 1 yıldan az

Hurşit Paşa 1295 – 1298 (1878-1881) 3 yıl

Hacı Akif Paşa 1298 – 1299 (1881-1882) 1 yıl

Hakkı Paşa 1299 – 1300 (1883) 1 yıldan az

Aziz Paşa 1300 – 1302 (1883-1884) 1 yıl

Sırrı Paşa 1302 – 1304 (1884-1886) 2 yıl

Vilayet salnâmesinde verilen bilgiler vilayet genelinde toplam 848.227

nüfus olduğu anlaşılmaktadır. Bu nüfusun Ankara Sancağı’ndaki dağılımı ise

şöyledir:

Kaza Adı İslam Rum Ermeni Katolik Yahudi Protestan Toplam

Ankara 22770 1649 700 5551 25 413 31208

Zir 13429 ---- 1800 ------ 236 ------- 15465

Ayaş 21680 ----- ------- 25 ------ -------- 21705

Beypazarı 18149 ----- ----- ----- ----- ----- 18149

Nalluhan 14298 ----- 589 300 ----- ----- 15088

Mihallıcık 16317 ----- ----- ----- ----- ----- 16317

Sivrihisar 25865 200 1500 300 1620 ----- 29475

Haymana 25538 ----- ----- ----- ----- ----- 25538

Balâ 21716 ----- ----- ----- ----- ----- 21716

Çubukâbâd 17388 ----- ----- ----- ----- ----- 17388

Yabanâbâd 44201 ----- ----- ----- ----- ----- 4421

Kalecik 17900 ----- ----- ----- ----- ----- 18161

Genel

Toplam

249241 1849 4739 6176 1881 413 274311

HALUK BALABAN

16 Mart 2024 Cumartesi

 





HÖLLÜK NEDİR BİLİRMİSİNİZ. …?

Ayaş  Toprağı  El Toprağı Bebe Toprağı Hiç Duydunuz mu?

     Höllük eskiden bebek bezi yerine kullanılan bir çeşit topraktır Eledim eledim höllük eledim.Aynalı beşikte bebek beledim Büyüttüm besledim asker eyledim Gitti de gelmedi buna ne çare Bu asker türküsünü bilirsiniz Şimdilerde hazır bezler var.  

      Bir nesil önce de naylon muşamba üzerine kumaş bezler vardı Peki ondan önce ne varmış biliyor musunuz Sobanın icat edilmediği zamanlarda kışları sert ve uzun geçen yerlerde Göçebe olarak çadırda yaşayanlar binlerce yıldır bebeklerini bu şekilde büyütmüş .

     İnsanın kafasını çalıştırıp , çaresizlik karşısında yavrusunu korumak için geliştirdiği bir yöntemdir bu Her toprağa bebek belenmezmiş Höllük kil ağırlıklı çok emici bir toprak imiş Belli ocakları varmış Bir iki metre derinden çıkarılır  çuvallarda eve getirilip elenir güneşe serilip iyice kurutularak eve istif edilirmiş .

        Bu toprak her seferinde ateşte iyice kavrulur ılık hale gelince üç parçadan oluşan höllük bezine serilerek usulüne uygun şekilde bebek kundaklanır imiş Çocuk hem sıcak kalır üşümez ,hemde çişi toprak emer çişin eder  çişin eder poposu kuru kalır imiş Ayrıca mantar ve pişik olmaz imiş . 

        Tabiiki her devirde olduğu sıcak toprağa yatırıp çocuğun tenini yakan,toprağı kavurmayıp başka toprağı höllük toprağı sanıp beşiriksiz analarda varmış.

Biraz eskilere gittik ve böyle büyüdük. Z kuşağına Duyuru oldu Ama mutluyduk...

Ankara’mızda  Çoraklık Tepesinde  Ayaş’da Bazı yerlerde İç Anadolunun Muhtelif Yerlerinde Kalecikte  El Toprağı Bebe Toprağı diye Kili Topraklar Eşşek sırtında Mahalle Mahalle satılırdı  Bu Toprak çok özellikli Kil toprağı idi İçindeki Mineral Farklılıklarından dolayı Kullanım Özellikleri farklı farklı idi.

Eski Ankaralılar bilir  İncesu deresi kenarında  Kazanlar ve çamaşırlar  hazırlanır sıcak suya basılan Kirli çamaşırlar  düzgün Bir taşın Kaya parçasının üzerine serilir arasına çamaşır kili serilir Tokaçla vura vura Çamaşırlar yunur yıkanır kirden arınır  bu günkü gibi kimyasal sız insan sağlığına zararlı ürünle değil  Doğanın ürünü ile mis gibi kokan çamaşırlar yıkanırdı.

Bebe Toprağı  Bu günkü gibi Hazır çocuk bezleri falan yoktu. Özellikle Ayaş Civarından getirilen  Killi Topraklar  Ayaş toprağı Bebe Toprağı diye satılır Kundaktaki Bebenin altına Muşamba üstüne Bir bez içinde önceden hafif ısıtılmış öğütülmüş Bebe Toprağı serilir çocuk ona yatırılır  Şişini yapan bebenin İdrarını  bu killi toprak emer onun vücudunu tahriş etmeden uzun süre muhafaza ederdi.

Kili Toprak ayni zamanda üşüten küçük büyük insan içinde kullanılır insan sağlık bulur.

Baş kili : Ankaralılar killi toprağın özelliklerini çok iyi bilirlerdi. Başlarını özellikle satılan Baş kili ile Yıkarlar şampuan falan yokken Bazı Ankaralılarda Biriktirdikleri Yağmur suyunu kil ile özellikle kullanırlardı  Baş kili ile saçını yıkayan  Ankaralı Kadın ve Erkeklerin saçlarının dökülmediği erkeklerin Kel olmadığı özellikle Bilinmektedirler.

Yüz kili. Asırlardır bilinen yüzdeki akneleri yok eden deriye canlılık veren  Yüz Kili halen Kullanılmaktadır

Evliya Çelebinin önemle Bahsettiği ayaş Kırmızı Kili Testi ve seramik Yapımında Ankara evlerinde Kullanılan Tuğla Kerpiç ile ünlenmiştir.

Abidinpaşa’nın Ankara valiliği zamanında Karacabey Hamamı ekine Bir Çamaşırhane Yaptırdığı  bilhassa Kışın bu çamaşır Hanede sıcacık su ve Kille tokaçlanarak yıkanan hele Hamamın suyunun kireçsiz Elmadağ suyundan olmasından dolayı Tertemiz olduğu  Anlatılmaktadır.

Şimdiki Nesil Analar Babalar evlatlar bunları bilmezde Hatırlamazda . Bu yaşanmışlıklar gelecek nesillere  sözlü miras Kalsın Bilhassa  Z kuşağı  okusun ve Paylaşın.

HALUK BALABAN.

13 Mart 2024 Çarşamba

 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ. KİMDİR....?

VE ANLATILAN BİR ÖYKÜSÜ VE MARİFETNAME ESERİ.
Siirt ve Batman da Öğretmenliğim zamanında Tillo Köyünde Kabri ve Zaviyesini Gezdiğim
Erzurumlu İBRAHIM HAKKI Hazretlerinin Başta Marifetname eserini edinip Okudum Hayatını İnceledim.İl milli eğitim Müdürüm Rahmetli ABDULLAH BAĞIŞ Hocamızdı ( Egemen Bağışın babası ….! Hani şu meşhur zarrafın çikolata pasta kutuları içinde yeşiller gönderdiği Bakan ..! İyi atadan Kötü evlat Misali ) Beni o zaman ki Makam aracı Amerikan Wiilys ciplerden Tiilloya götürmüştü Mekanı Cennet Olsun.
Marifetname ne anlatır?
Allah'ın varlığını, birliğini anlattıktan sonra yalın ve bileşik cisimleri, madenleri, bitkileri ve nihayet insanı anlatır. Sonra geometri, astronomi ve takvim konuları yer alır. Coğrafyaya ait bölümünde 100'den fazla ilin hangi enlem ve boylamda olduğunu göstermiştir.
Erzurumlu Ibrahim Hakkı nın hocası kimdir?
İbrahim Hakkı Hazretleri, hocası İsmail Fakirullah'ın vefatı üzerine “Hocamın başucuna doğmayan güneşi neyleyeyim..!” diyerek astronomi ve mimari açıdan büyük bir bilim harikasına imza atıyor.
Bu gün bile ilim adamlarının hayranlıkla izlediği senenin bir gününde Güneş ışıklarının Hocasının Türbe penceresinden Nur gibi aydınlatılmasını sağlamış bir Bilim ve ilim insanı olduğu aşikardır.
“ HARABAT EHLİNİ HOR GÖRME ŞAKİR;
DEFİNEYE MALİK VİRANELER VAR!..”
İbrahim Hakkı Hazretleri
İbrahim Hakkı Hazretleri'nin Şakir ve Zakir adında iki oğlu vardır. Hasankaleliler her ikisine de sonsuz saygı ve sevgi duyarlar. İbrahim Hakkı'nın küçük oğlu Zakir, yavaş yavaş itibarını kaybetmeye başlar. Son derece dindar olan Hasankale halkı Zakir’in her zaman meyhaneye gitmesine çok kızar olmuştur. Zakir gününün büyük bir kısmını meyhane köşelerinde geçirir. Şakir ise tıpkı babası gibi son derece dindardır. Bu sırada garip bir olay olur. İbrahim Hakkı Hazretleri, Zakir'in meyhane borcunu ödemek üzere meyhaneci ile görüşür. Meyhaneci, İbrahim Hakkı Hazretleri’ne der ki, "Zakir'in hiç bir şekilde bana borcu yoktur. Sebebine gelince, Zakir sabahtan gelir oturur, akşama kadar şarap içer. Ertesi günü gelince, onun şarap içtiği fıçıyı dolu bulurum." Bu cevabı alan İbrahim Hakkı Hazretleri, Zakir'in artık bir ermiş olduğuna kanaat getirir.
Bir gün İbrahim Hakkı Hazretleri, oğullarını imtihan etmeye karar verir. Sabah namazından önce iki oğlunu da yanına alarak kaleye çıkar. Tan zamanı burcun önünden tam otuz dokuz tane güvercin geçtiğine ve bunlar kırklardan olan periler olduğuna inanılırmış. İbrahim Hakkı önce büyük oğlu Şakir'e dönerek, "Oğlum Şakir kendini burçtan aşağı at" der. Şakir korkar, babasının isteğini yerine getiremez. İbrahim Hakkı Hazretleri daha sonra küçük oğluna döner, aynı teklifi ona da yapar. Zakir, hiç gözünü kırpmadan babasının sözünü dinler ve kendisini kalenin burcundan aşağı atar. Tam o esnada otuz dokuz güvercin peyda olur. Bu otuz dokuza bir de Zakir ilave olur ve kırk olurlar. Böylece Zakir kırklara karışmış olur. İbrahim Hakkı Hazretleri diğer oğlu Şakir'e dönerek şöyle söyler: "Harabat ehline hor bakma Şakir Defineye malik viraneler var." O günden sonra kırklara karışmış olan Zakir'i kimseler göremez.
İbrahim Hakkı Hazretlerinin oğulları ile ilgili bu öykü Dilimize pelesenk olan
“ HARABAT EHLİNİ HOR GÖRME ŞAKİR;
DEFİNEYE MALİK VİRANELER VAR!..” sözlerine açıklık getirmiş oldum Bir anımı da siz değerli dostlarla Paylaştım.
HALUK BALABAN.


T

9 Mart 2024 Cumartesi

 SİVASTOPAL  ÖYKÜSÜ.....!

Ankara'mızın Efsane seymeni Saz Üstadı GENÇ OSMAN Efeden.Sivastopol ezgisi ve Bu efsane Ezginin Hikayesi ve sözleri.
Sivastopol Marşı Hikayesi nedir
Efsunlu olduğuna inanılan Mahmudiye Kalyonu, 2. Abdülhamit döneminde kaynak sıkıntısına düşen hükümet tarafından memur maaşlarını karşılamak için parçalanıp müteahhitlere satılmıştı
İlahi güçler tarafından korunduğuna inanılan, adeta bir ’Hayalet gemi’misyonu taşıyan Mahmudiye Kalyonu, 1829 yılında Mühendis Mehmet Efendi ve Mehmet Kalfa tarafından İstanbul Tersanesi’nde inşa edilerek denize indirilmişti. Kalyonun uzunluğu 188, genişliği 68, yüksekliği 8.5 metreydi. O zaman bu büyüklükte bir gemi dünyada yoktu. Mahmudiye 128 topu ile dev bir savaş makinesiydi. Mürettebat sayısı ise muazzamdı. 1280 mürettebatıyla, 2 yıl önce 57 gemisi batırılan ve büyük darbe alan Donanma’ya büyük güç katmıştı.
İngilizler, 1805 yılında meşhur deniz savaşı Trafalgar Savaşı’na katılan Amiral gemisi Victory’yi bugün bile müze olarak kullanırken, ondan 25 yaş daha genç, döneminde dünyanın en büyük savaş gemisi Mahmudiye Kalyonu’nun sonu ise bize yakışır! şekilde olmuştu. İlahi güçlerden yardım aldığı söylentileriyle halkın sevgilisi olan Mahmudiye, 2. Abdülhamit döneminde kaynak sıkıntısına düşen hükümet tarafından memur maaşlarını karşılamak için parçalanıp müteahhitlere satılmıştı.
Büyük şaşkınlık
Mahmudiye Kalyonu, özellikle İstanbul’a gelişinde halk tarafından büyük bir hayranlıkla izlenirdi. Dünyanın en büyük gemisine duyulan hayranlık, zamanla insanüstü varlıkların yardım ettiği bir efsaneye dönüştü. Mahmudiye, Patrona Ahmet Paşa kumandasında Kırım Savaşı’na ve Sivastopol’un bombalanmasına da katıldı. Mahmudiye Kalyonu’nun halk arasında gizli güçlere sahip olduğuna inanılması da bu dönemlere rastladı. Halk arasındaki rivayetlere göre, Kırım Harbi ilan edildiğinde Haliç’te demirli olan Mahmudiye, aşka gelerek kendi kendine demirlerini koparıp köprülere doğru yol almıştı. Yine Sivastapol bombalanırken, kendiliğinden bir iskele bir sancağa döner ve her iki taraf toplarıyla kaleyi dövdüğü de anlatılırdı. Kırım savaşına katılan Ali Dayı’nın anlattığına göre, bir gece subaylar ve askerler uyurken, gaipten gelen bir emirle kimsenin haberi olmadan Mahmudiye savaş hattına varmış, sabah uyandıklarında kendilerini savaşın ortasında bulan mürettebat ile Ruslar büyük bir şaşkınlık yaşamışlar, fırsattan istifade eden Türkler Sivastopol’u bu şekilde fethetmişlerdi. Günden güne artan hikayeler bu gemiyi bir efsane haline getirmişti. Halk, mübarek gecelerde ak sakallı, sarıklı birtakım insanların, geminin güvertesinde saf tutup namaz kıldıklarını bile görüyordu. Kırım muharebesine Barbaros Hayrettin Bayrağı’nın bir eşi takılarak katılan Mahmudiye’ye düşman donanmasından atılan güllelerin hiçbirinin isabet etmemesi, bu rivayetlerin artarak devam etmesine neden oldu.
Sivastopol önünde yatan gemiler
Atar nizam topunu yer gök iniler
Yardımcıdır bize kırklar, yediler
Aman kaptan paşa izin ver bize
Sılada nişanlımız duacı size
Sivastopol önünde yıkık minare
Düşman dedikleri gelmez imane
Erenler geliyor bize imdade
Aman kaptan paşa izin ver bize
Sılada nişanlımız duacı size
Sivastopol önünde musalla taşı
Sırma kılıç kuşanmış Yaman Binbaşı
Ölürsek şehit, kalırsak gazi
Aman kaptan paşa izin ver bize
Sılada nişanlımız duacı size
HALUK BALABAN..
Tüm ifadeler:
Haluk Balaban