22 Haziran 2023 Perşembe

 BİLİNMEYEN YÖNLERİ İLE ÇİLELİ BİTEN ÖMRÜ İLE BİR MİLLİ MÜCADELE KADIN KAHRAMANI.

KARA FATMA Erden Savaşır.
1888 yılında Erzurum’da doğar. Bir ismi de Seher’dir. Soyadı olarak Erden’i alır. Eşiyle birlikte cepheden cepheye koşar, askerlere yemek yapar, yaralarını sarar. Rütbesi çavuştur. Fatma Çavuş olarak anılır. Eşi askerdir. Sarıkamış Harekâtında şehit olur. Fatma Çavuş akraba ve dostlarından bir müfreze meydana getirir. Atatürk’le tanışması Sivas Kongresi’nde olur. Atatürk’ten savaşlara katılmak için müsaade ister. Atatürk, Fatma’ya üsteğmen rütbesi verilmesini emreder. Kara Fatma
müfrezesiyle Kurtuluş Savaşı’na katılır. Vatan kurtarıldıktan sonra emekli olur. Ödenen emekli maaşlarını Kızılay’a bağışlar. Cepheden cepheye koşuşturması birkaç ciltlik romanı doldurur.
Balkan Savaşlarından Batı Cephesi’ne, Dumlupınar, Sakarya, Birinci ve İkinci İnönü Savaşlarına katılır. Bursa, İzmir işgal edildiğinde Kara Fatma milis müfrezelerinin ön safhalarındadır. Büyük Taarruz’da Trikopis’in askerlerine esir düşer ve kaçar. Dönüşünde bir Yunan birliğini esir alır. Hey gidi Kara Fatma hey! Kurtuluş savaşlarında iki oğlu da şehitlik mertebesine yükselmiştir. Hayatta bir kızı kalmıştır.
Kara Fatma’nın sonuna gelince, hangi yürek bu drama tahammül eder, bilemiyorum! Bir şarapnel parçasının değmesiyle iki parmağı kopan Kara Fatma, gelecek nesillere de ders niteliğinde şöyle der: "İstiklal Madalyam yeter bana!"
Kara Fatma emekli maaşını almaz ama, aç kalır. Galata’da bir Rus manastırına sığınır. Kızı psikolojik sorunlar yaşar. Kara Fatma’nın torunları sokaklarda dilenmektedir. Bir tahta karyolada yarı aç yarı tok hayat sürdürürler. Kara Fatma sağdan soldan iş arar, iş bulamaz. Soranlara işte böyle seslenir: "Beni yaşatan İstiklâl Madalyasıdır. Açım ama şerefliyim."
Kara Fatma’nın yaşadığı bu dramı ilgili ve yetkili zevat duyar. Torunlarını okullara yerleştirir. TBMM kararıyla emekli maaşını tekrardan alması sağlanır. Ancak ömrü vefa etmez...
2 Temmuz 1955 tarihinde İstanbul Darülaceze'de Milis Gazi Üsteğmen Kara Fatma’nın hayatı noktalanır. Mezarı yıllar sonra Kızılay tarafından onarılarak ziyarete açılır.
Kara Fatma kimdir?
Sivas Kongresi devam ederken Atatürk ile görüşmek için İstanbul''dan vapurla Samsun''a, oradan da Sivas''a geçen Erden, savaşa katılma arzusunu dile getirmesi üzerine Gazi''nin izniyle Kurtuluş Savaşı Batı Cephesi''nde mücadele verdi. Milli Mücadele döneminde Rum ve Ermeni çetelerine karşı savaşan Fatma Seher Hanım, toplam 350 kişilik müfrezeyi yönetti.
Nüfus kayıtlarındaki ismi "Mahi" olan Fatma Hanım''ın asker eşi Sarıkamış''ta şehit oldu. Fatma Seher Hanım, cesaretinden dolayı gözü kara olduğu için Atatürk tarafından "Kara Fatma" diye anılır.
Savaşta kazandığı başarılardan dolayı yerli ve yabancı birçok kaynakta anılan Fatma Seher, Amerikan New York Times gazetesinin manşetinde "Orduda Savaşan Türk Kadını Teğmenliğe Yükseldi" başlığıyla yer aldı.
Sovyet Rusya''nın Türkiye''de bulunan diplomatları arasında yer alan Semyon Ivanoviç Aralov''un da dikkatini çeken Kara Fatma''dan Aralov''un "Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları, 1922-1923" adlı kitabında şöyle bahsedildi:
"Birkaç sefer elçiliğimize savaşçı kadınlardan çeteci Fatma Çavuş da gelmişti. Fatma Çavuş, bir çetenin başında bulunuyordu. Yunanlarla ve asilerle dövüşmüştü. Fatma Çavuş, kısa boylu, zayıf, enerjik yüzlü, kara gözlü, yaşlıca bir kadındı. Bir defasında yine bir çeteci olan ve annesiyle birlikte savaşlara katılan oğlu ile elçiliğe geldi. Fatma''nın sırtında siyah uzun bir ceket, ayağında çizgili bir eteklik vardı. Belindeki geniş kuşağında tüfek mermileri, kama, omzunda da kayış görünüyordu. Elçiliğimize uzun boylu, düzgün vücutlu bir çeteci de gelirdi. O sıralarda misafirimiz bulunan ünlü Rus resim sanatçısı Y. Y. Lansere''den bu çeteci ile Fatma Çavuş''un portrelerini yapmasını rica ettim. Resimlerinin yapılmalarına razı oldular."
Maaş bağlanması için kanun teklifi
Askerliğe onbaşı olarak başlayan Fatma Seher Erden, üsteğmen rütbesiyle emekli oldu ancak maddi zorluklar yaşamaya başladı.
Yeni Gün dergisinde 1933''te "Kara Fatma Rus Manastırı''nda" röportajı yer alırken, Kadın Gazetesi''nde 1950''de "Kara Fatma Yardım Bekliyor" haberi yayımlandı.
Ekonomik sorunlarla mücadele eden Fatma Hanım, Başvekalet Yüksek Makamına bir dilekçe yazarak maddi durumunun iyi olmadığını anlattı. Bu dilekçeden 10 yıl sonra 1954''te Kars mebusu Tezer Taşkıran ve Rize mebusu İzzet Akçal''ın Fatma Hanım''a vatani hizmet tertibinden ötürü aylık bağlanması için kanun teklifinde bulunması üzerine maaş bağlandı.
TBMM tutanaklarında yer alan bilgilerde sunulan teklif şöyle yer aldı:
"Mucip Sebepler: Milli Mücadele''ye 350 mücahit akıncı ile iştirak ederek 18''inci fırkanın 20''nci Hücum Taburu Süvari Bölüğü kumandanlığını yapmış ve bu hizmet mukabili kendisine ''milis subayı'' unvanı verilmiş olan Erzurumlu Milis Kara Fatma''ya yaşının 70''i aşması, kendisine bakacak hiç kimsesi bulunmaması, dolayısıyla halen İstanbul''da bir kulübede yaşamakta ve büyük bir sefalet içinde kıvranmaktadır. Bu kahraman kadın, vatani hizmet tertibinden maaş tahsis için Büyük Millet Meclisinin atıfetine sığınmıştır. Bütçe Komisyonuna tevdi buyrulmak üzere Yüksek Reisliğe sunulur."
Kasımpaşa Gülhan Sokak 13 numarada ikamet ettiği belirtilen tutanakta, Bütçe Komisyonunun onayıyla Kara Fatma''ya hayatta bulunduğu müddetçe vatani hizmet tertibinden ayda 170 lira aylık bağlandığı aktarıldı.
Hayatının son günlerini Darülaceze''de geçiren Kara Fatma, 11 günlük yaşam mücadelesinin ardından 2 Temmuz 1955''te hayata gözlerini yumdu.
"Düşmana büyük kayıplar verdirdi"
Kocaeli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Esma Torun, AA muhabirine, "Kara Fatma" adıyla tanınan Fatma Seher Hanım''ın asıl soyadının "Savaşır" olduğunu söyledi.
Bazı kaynaklarda Fatma Seher Hanım''ın soyadının "Erden" diye geçtiğini dile getiren Torun, "Fatma Seher Hanım''ın milli mücadeleye katılma isteğinin nedeni vatanın işgal edilmiş olmasının verdiği büyük acıdır. İşgal edilen ve parçalanmaya çalışılan Anadolu halkının içinden çıkan Fatma Seher Hanım, kurmuş olduğu çetesiyle Kuvayı millîye güçlerine katılmıştır. Özellikle Kara Fatma çetesi Bolu, Kocaeli, Bursa bölgelerinde hem silahlı güçleriyle düşmana ağır kayıplar verdirmiş, İzmit''in kurtuluşuna önemli destek verdikten sonra, Sakarya ve Büyük Taarruz''a katılmıştır. Önemli katkılar sağlamıştır." dedi.
Fatma Seher Hanım''ın sadece korkusuz vatansever Türk kadını olmadığını, aynı zamanda maaşını Kızılaya bağışlayacak kadar da yüce gönüllü bir insan olduğunu ifade eden Torun, Fatma Seher Hanım''ın Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile görüşmesini ise şöyle aktardı:
"Savaşa bir an önce katılmaya karar veren Fatma Seher, Sivas’ta Mustafa Kemal ile görüşebilmek için tam 3 gün boyunca çeşitli kılıklara girerek devamlı onu takip etmiştir. Üçüncü gün Mustafa Kemal''i bir davete giderken yakalamış ve İstanbul''dan buraya onunla konuşmak için geldiğini ve bir dakika bile olsa kendisini dinlemesini istemiştir. Bu ısrar karşısında Mustafa Kemal, yolu üzerindeki küçük bir lokantaya oturtmuş ve onun ne istediğini anlamaya çalışmıştır. Fatma Seher Hanım gözlerinden akan kanlı yaşlara aldırmayarak, Mustafa Kemal''in ayaklarına kapanmış ve ''Bu aziz vatanı kurtaracak sensin, bütün millet senin emrini bekliyor'' demiştir. Mustafa Kemal, onu ellerini tutup yerden kaldırmış, adını, ata binip binmediğini, silah kullanıp kullanmadığını, savaştan korkup korkmadığını sormuştur. O da adının Fatma olduğunu, ata binip silah kullanabildiğini anlatıp ''Muharebe bana düğündür Paşam'' demiştir. Mustafa Kemal vatan için her şeyi göze alan Fatma Seher Hanım''ı tarihteki kadın kahramanlara benzeterek ''Şu dakikada bütün kadınlarımız senin gibi olsa idi Kara Fatma'' diyerek, alnından öpmüştür. Fatma Seher Hanım, bu andan itibaren adının ''Kara Fatma'' olarak değiştiğini, Mustafa Kemal''in kendisine ''sıkışık vaziyette işine yarar'' diye yazılı bir belge verdiğini, ''bir an evvel İstanbul''a git ve hemen işe başla'' dediğini anlatmaktadır. Sevincinden deliye dönmüş ama kimseye bir şey söylemeden hemen İstanbul''a hareket etmiştir. İstanbul''a gelince etrafında güvendiği delikanlıları toplayarak 15 kişilik bir çete kurmuştur."
Erkek askerler için Mehmetçik hangi anlamı taşıyorsa, orduya katılan kadın askerlere de genel olarak “Kara Fatma” denildiğini biliyoruz. Üstelik bilinen ilk Kara Fatma, 1854-1856 Kırım Harbi’ne katılmış; kendisi Çukurova’daki Cirit aşiretine mensup bir ocağın kâhyasıdır. Ayağında çizmeleri, başında tülbent sargısı, belinde silahları ve elinde kamçısıyla ve dahi güneşten esmerleşmiş yüzüyle erkekten bir farkı olmadığını, bizzat Gazi Ahmed Muhtar Paşamız anlatıyor. Hatta Sivastopol Destanı’nda adının “Nisâlar kahramanı” olarak geçtiğini dahi biliyoruz.
Kurtuluş Savaşı’ndaki Kara Fatmaların en meşhuru, Erzurumlu olanıdır. Kocası Binbaşı Derviş Bey’le birlikte kâh Kars cephesinde, kâh Balkanlarda savaşmış. Edirne’de Bulgarlara karşı mücadele vermiş, ağaç kabuğu kemirerek hayatta kalanlardan biri olmuş. Mütarekeden sonra ise kaybetmiş eşini. Sonra onu İstanbul’dan Sivas’a giderek Mustafa Kemal Paşa ile görüşürken görürüz; ardından o artık cephelerdedir:
İzmit, Düzce, Adapazarı, İznik civarında Yunanlılara baskınlar düzenlerken, köylerden, kasabalardan gönüllü toplarken karşımıza çıkar. Bir de gazetecilere ilginç bir figür olarak görünmüş olmalı ki, 1923 yılına kadar kendisiyle çeşitli söyleşiler yapılmış, korkusuzluğu, cesareti ve yaralı olduğu halde gözünü budaktan esirgemeyişi vurgulanmış, adı Garp cephesinde bir efsane bulutu gibi dolaşmış; bir de kendisine bağlanmak istenen maaşı Kızılay’a bırakmasındaki yüce gönüllülüğü.
Velhasıl Erzurumlu Fatma Seher Hanım ya da nam-ı diğer Kara Fatma, Kurtuluş Savaşı’nın sembol ismi olarak günümüzde ders kitaplarına kadar girmeyi başarmıştır.
Lakin Yedigün dergisinde bulduğum söyleşi, Kara Fatma’nın 1923-1944 arasında gözlerden uzak geçen hayatı üzerindeki karanlığı kaldırıyordu. Bugünden bakınca Kurtuluş Savaşı gazileri Lozan’dan sonra sanki yere göğe sığdırılamamış gibi geliyor bize. Onlara topyekün sahip çıkılmış ve bir dedikleri iki edilmemiş zannediyoruz. Ne kadar yanıldığımızı birazdan bir kere daha anlayacağız.
Rus manastırının bir odasında sefalet içinde yaşamaktadır
Kara Fatma, 1933 yılında İstanbul’un Galata semtindeki Rus manastırının bir odasında sefalet içinde yaşamaktadır. Aradığı kişiyi 2. kattaki 9 numaralı odada bulan muhabir Mekki Sait Bey’i önce bir Rus çocuğu karşılar ve kendisine Kara Fatma’nın odasını gösterir. Muhabir onu, komşularının artıklarıyla karnını doyuran ve yalnız kaldığı zamanlarda utancından hüngür hüngür ağlayan birisi olarak anlatır bize. Kara Fatma’nın odasında iki çuval seriliymiş ya, kendisi yerde tahta üzerinde yatıyormuş. Çuval dediği, torunlarının yatağı. Köşede bir tencere, soğuk bir sac mangalın yanında aylarca evvel yere nasıl bırakıldıysa öyle duruyordur.
Kara Fatma konuşmaya, iş bulamamaktan şikayet ederek girer: Kapıcılığa, hatta çöpçülüğe bile razıdır torunlarına bakabilmek için. Ama kimse iş vermemiştir ona.
Yaralarından söz eder sonra, savaşta aldığı. Kızının parmaklarını şarapnel uçurmuş, evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra ise delirmiş. Böylece torunlarına bakmak zorunda kalmış Kara Fatma. Yine de göğsüne taktığı İstiklal madalyasından gurur duymaktadır: “Bütün sefaletimi unutturan, beni yaşatan, bu İstiklal madalyasıdır. Açım ama şerefliyim!”
Torunları dilenmektedir
Aç ama şerefli kadın ağlamaya başlar o sırada. Ağlarken anlatır, anlatırken ağlar:
– Bazen çocukların elinden tutuyor, ‘Şu yetimler aç kalmış, ölecekler’ diye nineleri olduğumu sezdirmeden onlar için yardım toplamaya çıkıyorum. Ne yapayım, siz söyleyin!
Muhabirin aklına torunlarının nerede olduğunu sormak gelir. Sokaktadırlar; birazdan geleceklerdir.
Dilenmekten dönerken birinin avucunda 100, diğerininkinde 60 para olacaktır. “Al nine” derler, “hiç harcamadık, olduğu gibi sana getirdik. Bir çay pişiremez misin bunlarla? Ekmek batırıp da beraber yiyelim.”
Torunlarıyla birlikte dilenen bu Kara Fatma portresine alışık olmayan yüreğiniz hop oturup hop kalktı, biliyorum ama gerçeğin yüzü bazen böylesine acımasız ve soğuktur.
Tek Parti dönemini perişanlıklarla geçiren Kara Fatma
1944’te (69 yaşında) yeniden hatırlanıp Defterdarlık’ta bir işe yerleştirilen Kara Fatma, 1954 yılına gelindiğinde artık 79 yaşındadır ve yine sefil bir vaziyette İstanbul’da bir kulübede tek başına yaşamaktadır.
Tek Parti dönemini perişanlıklarla geçiren Kara Fatma’ya doğru dürüst bir maaş ne zaman bağlanmıştır bilir misiniz? Demokrat Parti devrinde, 22 Şubat 1954’te. Ancak özel bir kanunla kendisine ‘ömür boyu’ 170 lira maaş bağlanan Kara Fatma’nın ömrü bu maaşı yemeye yetmeyecek ve ertesi yıl hayata gözlerini yumacaktır.
Sağlığında bir gazeteciye, “Göğsümde bir şarapnel parçası var. Acı veriyor.” demişti.
Kara Fatmanın Çok az Tarihçinin ve Eskişehirlinin Bildiği Kadınlar Müfrezeside vardır Yunanın Eskişehiri ve civar Köyleri işgali sonrasında Yüzlerce Türk Kadınının İffetini Kirlettiğini Bazılarını Hunharca Katlettiğini Eskişehirliler anlatmışlar Yunan’ın Eskişehir'i İşgal Haberini Alan Ahali Binlerce Kadını kızını Civar illere Kaçırmış Kuvayı Milliye Eskişehir Garından Yüzlerce Binlerce İnsanı Başta Ankara'ya ve Civar İllere Trenlerle Taşımıştır.
Bir makalemde Eskişehir'den Kaçan Umumhane Kadınının Ankara Garında Mustafa Kemal Paşayı Karşılayan Seymenlerden Rahmetli ÇELİK İBRAHİM EFE’DEN ( İbrahim som Çelik ) Garip pejmürde halini Görüp Ona sahip çıkmasını ve gelişen Olaylarını Kırkpınar Sokaktaki evinde Bana anlatmış ve Kaleme almıştım .
KARA FATMA Eskişehir'de Kurduğu kadınlar Müfrezesi ile Bu Kadınların çoğu Yunan askerlerinin Tecavüzüne Uğramış Kadınlar Bu Kadınları üç veya dört ay içinde eğiterek ve silah Talimleri Yaptırarak bir Asker gibi Yetiştirdiği ve Zaman zaman Adapazarı Düzce Tarafına kadar uzanarak Yunan Karakollarını Bastığı özellikle tecavüzle tanınan Yunan subay ve eratının Erkeklik uzuvlarını maiyetindeki Müfreze ile kestirdiği Ve Yunan ordusu arasında Çok Büyük Korkuya sebep olduğu Bizzat Eskişehirliler ve Çelik efeden dinlemiştim.
KARA FATMA ve Müfrezesi Mensuplarının Ruhları Şad Olsun.
HALUK BALABAN Arşiv.

16 Haziran 2023 Cuma

 HACETTEPELİ BİR MÜDERRİS. ( DELİ MEHMET İSKENDER HOCA )

Sakarya Savası Sonrası Birinci TBMM Balkonundan Ankara'lılarla Birlikte Şükür Duası ve Fetih Suresini Okuyor.
MEHMET İSKENDER HOCA HACETTEPELİ BİR SEYMENDİR KAYAŞ KUTLUGÜN BAYINDIR KÖYLÜDÜR. Oğlu ve Torunları Besicilikle Uğraşmakta ve Dedelerinin Seymen Kıyafetlerini ve Kamasını Muhafaza etmektedirler.
Savaş Kazanıldıktan sonra Mustafa Kemal Paşa zaman zaman Mehmet Hocayı Çankaya Köşküne davet eder onlarla dini sohbetlerde Bulunur Onlara sualler sorar Yine böyle Bir günde 10 civarında Ankara da Bulunan Din adamları ile sohbet ederken Bir sual eder. CENABI ALLAHIN İNSAN ÜZERİNE NAZAR ETMEDİĞİ BİR ZAMAN YOKTUR. der Din adamları doğrudur Paşam derler.....!
sizlere bir Sualim var....! Mevlanın İnsanoğluna nazar Etmediği zaman ve Mekan Nedir ? Hiç Kimse cevap veremez Mehmet İskender Hocam Paşam Allahın İnsana Nazar etmediği tek Mekan Yatak odasıdır der. Mustafa Kemal Paşa Mehmet İskender Hocayı Kutlar ve Yaverine derki Mehmet Hocayı Köyüne Kadar benim Makam aracım İle Götürün ve Köşke Geldiğinde kapıdan Her zaman Kimseye sormadan Kabul edin der. ....!
İşte sizler gerçek Yaşanmış Bir Olay Bu olay İskender Hocanın Oğlu Besici Yaşar Yamaner ağa Tarafından Tarih Düşürülmüştür
Atamızın Ve Mehmet İskender Hocanın Ruhu şad olsun.
Atamıza dinsiz diyenlerin Sakarya savaşı sırasında Annesine yazdığı Ve ZAĞONAS paşa Camisinde verdiği Hutbeleri araştırmalarını Tavsiye ederim
HALUK BALABAN.
Bir siyah beyaz 4 kişi görseli olabilir

13 Haziran 2023 Salı

 ŞEYH ALİ SEMERKANDİ HAZRETLERİ

BURSA’YI VE ANKARA’YI ÇEKİRGE İSTİLASINDAN KURTARAN
SIĞIRCIK SUYU. ( çekirge suyu )
Yaz mevsiminde, kadınlar tarlada ekin biçiyorlardı. Oralarda sığır otlatan Ali Semerkandî, namaz vakti girdiği hâlde abdest tâzeleyecek bir su bulamadı.
Âsâsını yere vurarak; "Çık, yâ mübârek!" deyince, yerden gövde kalınlığında bir su çıktı.
Sular, hızla meyilli arâzide etrâfa yayılırken, kadınlar bağırmaya başladılar.
"Su çıkarmanın da zamânı mı? Ekinlerimiz sular altında kalacak..." Bunun yanısıra, Ali Semerkandî'ye hakâret dolu sözler ettiler.
O da suyun çıktığı yere bakarak; "Ey mübârek su! Ne çıktığın belli olsun, ne de aktığın!" buyurdu.
Bu söz üzerine suyun çıktığı yer, kuyu ağzı gibi olup hareketsiz kaldı
Bu Su Bu gün Karabük ili Eskipazar ilçesi.sade kaya köyü şıhlar mahallesindedir.
O târihlerde Osmanlı pâyitahtı olan Bursa'da bir çekirge âfeti oldu. Her tarafı çekirge kaplamış, mahsûlleri ve çiçekleri harâb etmiş idi.
Bu âfetten kurtulmak için, zamânın zirâatçılarından çâre soruldu. Yapılan bütün araştırmalardan bir netice alınamayınca, âlimlere ve velîlere haber gönderildi.
Bu çekirge âfetinden kurtulma çâresinin ne olduğu soruldu. Bu haber, Çamlıdere'de yaşayan Ali Semerkandî'ye de ulaştı.
Ali Semerkandî hazretleri, dağda asâsıyla çıkardığı sudan bir miktâr Bursa'ya gönderdi.
Bu suyu, zarar veren haşerâtın bulunduğu bölgeye dökmelerini tenbih etti.
Suyu Bursa'ya götürdüler. Çekirge âfetinin bulunduğu bölgelere azar azar döktüler, çok kısa bir zaman içinde çekirgeler kayboldu. Mahsûller, bitkiler, çiçekler çekirgelerin istilâsından böylece kurtuldu.
Bir rivâyete göre bu su, bir kap içinde yüksek bir yere asıldı.
Bu Gün Bursada ÇEKİRGE SEMTİ Çekirge istilasına uğrayan ve sığırcık suyu sayesinde kurtulan semttir Padişah Kabirleri ve yeşilliği,kaplıcaları ile ünlüdür.
Allahü Teâlânın cc izni ile suyun götürüldüğü yerde sığırcık kuşları toplanıp, bir anda çekirge sürülerini mahvettiler.Pâdişâh, Bursa'nın çekirgelerden kurtulmasına vesîle olan Ali Semerkandî'yi Bursa'ya dâvet etti.
Ali Semerkandî Bursa'ya geldiğinde, Pâdişâh ona çok izzet ve ikrâmlarda bulundu. Pek fazla iltifât edip, Bursa'da kalmasını arzu etti.
Fakat Ali Semerkandî, nâzik bir ifâdeyle Bursa'da kalamıyacağını, bu ümmetin fakir olup, Resûlullah Efendimizi ziyârete gidemeyen insanların bulunduğu bölgede kalmak istediğini bildirdi.
Bunun üzerine Pâdişâh, bir istekte bulunmasını arzu etti. Ali Semerkandî de;
"Çamlıdere havâlisindeki tebanız çok fakirdir. Onları, askerlik ve toprak kirâsı mükellefiyetinden muaf tutmanızı arzu ediyorum." buyurdu.
Pâdişâh derhâl bir ferman yazdırarak, bundan sonra Çamlıdere havâlisinde bulunan kimselerin askerlik yapmayacağını ve toprak kirâsının alınmayacağını bildirdi.
O günden, İstiklâl Harbi sıralarına kadar Çamlıdere bölgesinden vergi alınmadı ve askere giden olmadı. Bütün pâdişâhlar, o fermana riâyet ettiler.
Ayrıca, "Çekirge Suyu" ismi ile meşhûr olan sudan zaman zaman alınarak, çekirgelerin zarar yaptığı bölgelere götürüldü
Ankara’daki 1890 “çekirge istilası”nın sığırcık kuşları sayesinde sona erdiğini Kemal Bağlum’un “Beşbin Yılda Nereden Nereye” başlıklı kitabında ilk kez. “Afetler” başılığı altında 19. Yüzyılda bu yerleşimde yaşanmış afetler sıralanıyor; zengin bir ailenin kızı olan Halime Çampınar (1852-193)’ın 1952 yılında Bağlum’a anlattığı olay yer alıyor:
“... çekirgeler Ankara köyleri ile bize ait 42 köyü silip süpürdü. Bu yüzden binlerce hayvanımız öldü. Hayvanları satmak istedik, kimse para vermedi. Evimizde yemek pişirirken çekirgeler mutfağımıza kadar giriyordu. Nereden geldiğini bilmediğim çekirgeler pencerenin içine bile girmeğe çalışırdı. Hayatımızda (Avlu) bulunan dut ağacının yaprakları çekirgeler tarafından yenildiğinden sadece kuru ağaç kalmıştı. O yıl Dikmen’deki bağımıza göç edememiştik. Çekirge afeti yüzünden binlerce insan açlıktan öldü. Çünkü böyle bir afetle karşılaşılacağını kimse tahmin edememişti.
Sonradan nereden geldiğini bilmediğimiz ala sığırcık kuşları Ankara’yı istila etti. Binlerce insanın yapamadığını bu kuşlar birkaç gün içinde becerdi ve Ankara çekirge istilâsından kurtuldu.” (s.25)
Bağlum kitabını 1987’de yazmış, 1992’de yayımlayabilmişti. Çekirge istilasından Şeref Erdoğdu’nun Kültür Bakanlığınca yayınlanan 1992 tarihli “Ankaram” kitabında da söz ediliyor. Bağlum’un Ankara’nın tanınmış bir ailesinin üyesi Adamzade Ahmet Bey’in “Hatıra Defteri”nden alıntıladığı kısa bölüm Erdoğdu’nun kitabında geniş biçimde yer alıyordu.
Adamzade Ahmet Bey’in defterine olayla ilgili olarak yazdığı satırlar:
“Bundan 60 küsur sene evvel (hatıra tarihine göre 75yıl önce yani 1890 yıllarında) Ankara’ya güz mevsiminde uçuşan milyonlarca çekirge gelmiş; öyle ki, bütün Ankara semasını kaplamış; güneş görünmez olmuştu.
Kış günü yağan kar fırtınası gibi korkunç bir âfet idi. Sokakta yürürken insanın yüzüne gözüne çarpar, evlerin içine girer, oda kapısını açık bulursa oraya girer, kapıdan bacadan kendini atar, mutbahda yemeklerin içine girer, bu hayvanın girmediği köşe-bucak kalmamıştı. Hane içinde sebzeye dair ne bulursa yerdi. Geldiği zaman hububata pek zarar vermedi; zira mahsul kaldırılmıştı.
Yiyecek bulamadı, fakat kozasını Ankara muhitine gömdü. Bahar gelince kozadan çıkmaya başladı. Kozalar kabuklu fıstık gibi olup, beher kozanın içinde pirinç tanesi gibi 80-90 tane çekirge tohumu bulunuyordu. Havalar ısınmıya başlayınca pire halinde çıkmaya başladı. Çekirge cansız koza halinde iken, hükümet her mahalle ve her şahsı mükellef tutarak çekirge itlafına başladı. Her mahalle halkı camilerdeki kilim ve sergilerle bir mıntıkaya giderek ellerinde yelpazelerle pire gibi olan bu çekirgeleri toplayıp kaplar içinde Belediyeye teslim ederlerdi. Çekirge toplamında bulunamıyanlar, dükkânlarda bir meta gibi satılan kozayı satın alarak Belediyeye teslim mecburiyetinde kalmıştı. Bu toplama bir fayda vermedi. Uçma zamanı geldi; etrafta bir şey bırakmadı, yedi bitirdi. Müşahedemi söyliyeyim: Solfasol civarında toplama yapıyorduk; büyük bir sahada yemyeşil ekilmiş tarlayı on dakika içinde simsiyah bir hale getirdi. Çünkü, milyonlarca hayvana ne dayanır.
Maddî çare bulunamayınca maneviyata müracaat mecburiyeti hasıl oldu. Yabanabat’ın (Kızılcahamam) Şeyhler Karyesinde Ali Dedeli Şeyhler namiyle yadedilen Hazreti Ebubekir veyahut Hazreti Ömer Faruk sülâlesinden bir zatın, kerameti kulundan olan bir çeşmenin suyundan bir miktar su alınıp, çekirge bulunan mahalle götürülürse, suyun arkasından binlerce sığırcık kuşu gelir, çekirgeyi itlaf edermiş diye ötedenberi bir efsane, bir itikat ve itimat vardı.
Nihayet ulema ve sülehandan bir heyet Şeyhler karyesine gönderildi. Orada bulunan zatlarla birlikte çeşmeden su alındı. Matara gibi kaplarla ve bir heyetle Ankara’ya Akköprü civarında vasıl olduklarında bütün Ankara halkı ve mektepli çocuklar karşıladı.
Şeyhler, hocalar dua ederek mübarek sudan birer miktar bazı camilerin mihraplarına kondu. Bir kaç gün sonra sığırcık kuşları gelmeye başladı.
Öyle ki; yüzbinlercekuş Ankara’yı istilâ etti. Çekirge sahasını sığırcıkkuşu kapladı. Halbuki Şeyhler Köyünde ve çeşmedehiç biri görünmezken bu kuşlar nereden geliyor, kimse buna dair malûmat veremiyor...
HALUK BALABAN.
KAYNAK :Beşbin yılda Nerden nereye Ankara KEMAL BAĞLUM ( Ankara Kulübü Başkanlarından Sami Bağlumun Akrabası ) .Şeref Erdoğdu ANKARAM. ( Ankara Kulübü Çınar seymenlerinden Başkan Yardımcılarından Araştırmacı yazar ) Ademzade Ahmet Bey Hatıra defterinden ( Ankara belediye reislerinden ) KAZIM ATALIK Yazar.

Tüm ifadel

12 Haziran 2023 Pazartesi

 1916 Büyük Ankara Yangını (13 eylül 1916 )

Çocuklarını kaybeden anaların ise haddi hesabı yoktu. Kıyamet Ankara’da o gün kopmuştu ve mahşer günü o gün burasıydı. Neler görmedim. Saçlarından tutuşmuş kadınlar, yolda doğuran gebeler, cübbeleri alev almış hahamlar. Ankara'nin dörtte üçü ortadan silinmisti. Sira açliga, sefalete, perisanliga gelmisti.”"18. yüzyilin basinda, Ankara tiftik keçisinin tüyünden yapilan sof adli bir kumas ve sal üretimi sayesinde önemli bir üretim merkeziydi. Zengin Avrupa bu kumaslari çok begeniyordu. Ipligin büyük kismi Beypazari'nda üretiliyordu. Ankara'nin ticaret burjuvazisini olusturan Ermeni tüccarlar yilda 3000 balya (60 ton) tiftik ipligi dissatimi yapmaktaydilar. 1827 yilinda Ankara'da 546 adet sal dokumacisi (Salciyan), 9 adet tiftik saticisi (Tiftikciyan) ve 139 adet kumas saticisi vardi.
Bu tarihlerde, Ermeniler, önceleri Ingiliz sirketlerine aracilik ve acentelik görevini yapmaktayken, zaman içinde kendi ticaret evlerini kurup, yerleserek yeni ticaret burjuvazisini olusturdular.
1835-1837 yillari arasinda Ankara'ya ugrayip bir süre kalan Ingiliz gezgini Hamilton, kentte yaklasik 6.000 Müslüman, 4.000 Katolik Ermeni, 300 Ortodoks Ermeni, 300 Rum ve 150 kadar Yahudi konutunun bulundugunu ve kent nüfusunun 60.000 kisi civarinda olabilecegini yazmisti. Hamilton'un gördügü Ankara, çok kültürlü kent niteligiyle hayli canli bir ticaret merkezi görünümündeydi. Bunu saglayan etken ise iç dinamiklerle degil, dissal nedenlerle ortaya çikan, çogunlugunu 1828 yilinda Istanbul'da oturmakta iken Ankara'ya yerlesen 6.000 kisilik bir Katolik Ermeni gurubunun olusturdugu yeni ticaret burjuvazisiydi.
Prof. Enver Ziya Karal Ankara Tarihi adli kitabinda, bu kesim hakkinda su degerlendirmeyi yapiyor: Kentte yasayan Ermeni'ler iç ve dis ticaret, sarraflik, kuyumculuk, bankerlik, müteahhitlik, gibi mali islerle ugrasiyorlardi. Askerlik hizmeti yerine hafif bir vergi vermekteydiler. Bu nedenle sürekli islerinin basinda olabiliyorlardi. Gelir düzeyleri bakimindan Müslüman Türk'lerden daha iyi durumdaydilar. Ancak bu üstünlükleri kiskançlik yaratmadi ve II. Abdülhamit dönemine kadar huzur ve güven içinde yasadilar. Mezhep yönünden bir birlik göstermedikleri ve üç kiliseye bölündükleri için Ermenilerin çogu Türklesmislerdi ve Türkçe konusmaktaydilar.
( NOT: Bu kaynakta askerlik yerine verilen vergi hafif olarak tanımlanıyor fakat Ermeni kaynakları bu verginin erkek çocuk doğduğu anda biriktirilmeye başlanılan ve askerlik yaşı geldiğinde anca tamamlanılan ağır bir vergi olduğundan bahseder. Bunun haricinde Ermenilerden vergi vermeyip Osmanlı ordusuna katılan asker sayısı da oldukça fazladır. Türk, Ermeni, Yabancı birçok kaynak Ermeni subaylar, veteriner ve doktorlardan bahseder. Osmanlı ordusunun saraçlık, marangozluk, tüfekçilik gibi zanaatlarını da Ermeni ustalar yürütmektedir. İttihat ve Terakki'nin 1907 kongresine Ermeni Osmanlı subayları da katılır. Ayrıca Birinci Dünya Savaşındaki Amele Taburlarıda gayri müslimlerden oluşturulmuştur. Konuyla ilgili bir çalışma : Osmanlı Ordusunda Ermeni Askerler )
Kent halki her yil Pasa'ya hediye olarak 150.000 kurus yollamakta, bunun büyük bir kismi Hristiyan halktan toplanmaktaydi. Hristiyanlar ayrica her yil 25.000 kurus sarap vergisi ödüyordu. Çok yoksul olan Yahudi'lerin disinda zengin Ermeni ve Rumlarin, kenti çevreleyen tepelerde bag evleri vardi. Bunlardan bir örnek ise Çankaya'daki "Kasapyan Bag Evi"dir. Tiftik tüccari Kasapyan tarafindan yaptırılan bu bağ evi, sahibinin savas sırasında kenti terk etmesiyle eşyalarıyla birlikte Ankara’nın taninmiş ailelerinden Bulgurluzade'lere Satılmıştı.. Atatürk'ün bir at gezintisi sirasinda görüp begendigi bu bag evi, Bulgurluzade Tevfik Efendi'den satin alinarak Türk Silahli Kuvvetlerine bagislandi. Bag evi 1923 yilindan sonra Cumhurbaskanligi Çankaya Kösküne dönüstürülmüstür."
(Kaynak: ODTÜ Mimarlik Fakültesi ögretim üyesi, Prof. Dr. Sevgi Aktüre "1830'dan 1930'a Ankara'da Günlük Yasam" )
Ankaranın Kent Yaşamını ve Kültürnü iyi bilen Yaşlılarından.
Şehirdeki Gayrimüslimlerin yaşadığı bölgelerde çıkan ve 3 gün 3 gece süren yangın, Ankara’nın en güzel semtlerinden olan Hisarönü, Çıkrıkçılar Yokuşu, Bedesten, Saraçlar Çarşısı ve At Pazarını yakıp kül eder.
Refik Halit Karay bu yangını Ankara adlı kitabın şöyle betimlemiş:
“Ankara yanginini görmeyenler, Roma'nin nasil yandigina, o dehsete, o kiyamete akil erdiremezler. Bir meydanliga rast geldim, Ankara Ermeni'lerinin zenginligine delil olarak orada muvakkat bir abide kurulmustu.
Yangından kaçırılan yüz kadar piyanonun sıra sıra dizildiğini gördüm. Üstelerine seçme, pahalı halılar serilmişti. Birden kocaman bir yanık kütük geldi, aralarına düştü; söndürmeye koşacak adam yoktu. O kütük bir kundak gibi çeyrek saate kalmadı piyanoları tutuşturdu. Hem nasıl tutuşturmak? Gaz dökmüş, benzin serpmiş gibi... tellerinden binbir nağme çıkarak o kupkuru cilalı sandıkların yanışı çok acayip olmuştu. İnsan gibi inleye inleye, teller ateş gibi kızararak bembeyaz dişleri sıcaktan etrafa pıtır pıtır serpilerek ne feci ve ne tuhaf yanıyorlardı... Ankaranın en kibar mahalleleri, en büyük çarşısı, serveti, refahı çoktan kül kesmişti. Yolda saçları dağınık, gözleri ürkmüş ve güzellikleri atmış genç kızlara rastgeliyordum; ellerinde yangından kurtardıkları eşya vardı: Lavanta şişeleri, pudra kutuları, kurdele ve dantel parçaları, kadife muhafazalar.
  • Ankara merkez kazasının 19 mahallesinden 8’i tamamen, 11’i ise kısmen yanmıştır. Tamamıyla yanan mahalleler; Hisar’ı Fukara, Hisar’ı Ağniya, Kurt, Çakırlar, Kethüda, Hacı Mansur, Yeğenbey, Mihriyar’dır. Bu mahallelerde 735 hane kül olmuştur. Kısmen yanan mahallerdeki hane kaybı ise 298’dir. Tamamıyla yanan 8 mahallenin 7’sinde yalnızca Hristiyan veya Yahudi nüfus yaşamaktadır.
  • 1914 nüfus sayımına göre, Ankara merkezinde 69.066 Müslüman ve 14.500 Hristiyan yaşamaktadır. Nüfus oranıyla ters düşecek biçimde yanan kilise sayısı 7 iken, cami sayısı 2’dir. Yangın öncesi Ankara’da 44 cami ve 12 kilise bulunmaktaydı.
Not : Kasapyan Ankarada Hem ünlü tiftik Tüccarı hemde Kuyumculukla uğraşan Çok zengin Bir ermenidir. Refik Halit Karayın Hatıratında Kasapyan Köşkünün ( Çankaya Köşkünün ) Bulgurluzadelere bir şekilde Kaldığı zikredilmekle Beraber Kasapyanın Bağı Konusunda Ankarada Bulunan 20.kol Ordunun sırlarını Altın baston içinde İstanbula Göndermeye kalkması ve Ankaralı Bir Posta memurunun Tesadüfen bulması üzerine Casusluğu ortaya çıkmış Ayrancı Bağlarında 4 atlı Arabasının devrilmesi veya başka bir şekilde Ankaradan kaçırılması Kasapyan Bağıda Bulgurluzade ailesine satılmış. Bulgurluzade Tevfik Beyde Bu bağa hayli bir bedel ödeyerek satın almış Mustafa Kemal paşanın bir At gezintisinde bu Bağı ve Bağ evini beğenmesi üzerine Ankaralılarca Bulgurlu zade Tevfik Beyden sembolik bir bedel ile Satın alınarak Mustafa kemal Paşaya Hediye edilmiştir. Bu Konuda daha açıklayıcı Makalem Genç Bürokrat mecuasında yayınlanmıştır. Muhafız alayının olduğu alanda Ankaralı Kormanlar Ailesine aittir ( Kara geven tepesi ve Bağları )
HALUK BALABAN.
Tüm ifad

 ANKARA KONAKLARINDA KAPI ÇAK ÇAKLARI...!

Şimdiki Kapı Zilleri yerine Kullanılan Bu Kapı ÇakÇakları Bazen nadide sanat eseri gibi Usta ellerinden Çıkan Her Konak Kapısında ayrı özellikte ve Güzellikte sanat eserleri idi ..
Ankara Konaklarının Dış Kapıları Umumiyetle Çift Kanatlı Olur Her Kanatta Ayrı Bir Kapı Çakçağı olurdu Bunlardan sağda ilk açılan kapıdaki Çakçak Tok ses Çıkaran ve Erkek Misafirlerin Kullandığı Çakçaktır Bunu duyan ev sahibi eve gelen Misafirin Erkek Olduğunu anlar Kapıyı Evin erkeği açardı . Kapının açılmayan sol kanadında Çın Çın ses Çıkaran kapı Tokmağı veya Çakçağı Olurdu Daha ince ve Tiz ses Çıkaran bu sesi duyan Ev Sahibi Gelenin Hatun Kişi yani Kadın olduğunu anlar kapıyı Açmaya Evin Hanımı inerdi.
Ankara Konaklarının Arkasında KOL DEMİRİ =Dayak denen Yuvarlak demirden Ekstra bir Kilit sistemi Olurdu Geceleri İki Kapı içinde Her Türlü tehlikeye Karşı Konaklar kale kapısı Gibi Korunurdu Ankara Konak kapılarının Kilitleride muhteşemdi eski Ankaralılar iyi Bilir Bir tabancanın Namlusunu andırır Anahtarları olurdu Bunlara Macar Kilit denirdi sonraları Tavşanlı Kilitleri Ankara Konaklarının ve Evlerinin Kapılarında yer göstermeye Başlamıştır. .
Ankara Konaklarında Dış Kapıdan sonra Bir Bahçe alanı vardır Günlük hayat Burada geçer Ankaralılar Buraya HAYAT DERLER.
Zamanla üşengeç Ankaralılar Gelen Misafire kapıyı açmak için Bu Macar kilitlerine ince kendir ipten Bağlar Avludan veya Konak içinden Bu ipi çekerek Kapıyı açarlardı Tabi Bu Kapının açıldığınıda duymak İçin Minik Koyun çanı asılır Şingırtısından kapının açıldığı belli olurdu.
Ankaralılar Gelen Misafiri aç olsun Tok olsun Mutlaka Kahveden önce Yiyecek Bir şeyler ikram ederdi. Çömertliğin eve bereket getirdiğine inanılır Bu da sevgiyi ve Muhabbetti Koyulaştırırdı.
HALUK BALABAN.
Siyah beyaz bir görsel olabilir
Tüm ifad