ANKARA KALE SURLARININ Tarihte Tamiri.
17 Kasım 2022 Perşembe
ÖMER NASUHİ BİLMEN .. ( MUSTAFA KEMAL Paşa'nın Sevdiği Hacettepeli Din Adamı )
Yaşanmış bir olay.
Hacettepe eski yol
sokakta Kıl boyunluların Ali efendi Konagında Oturan Atatürkünde çok sevdiği din adamı.. ÖMER NASUHİ BİLMEN…..
1940’ların sonuna doğru Amerika’da zengin bir adamın ölümünden birkaç yıl sonra
bir kadın yanında bir çocukla mahkemeye başvuruyor. Çocuğun ölen adamdan
olduğunu iddia ediyor. Ölüden DNA testi yapılamayan bir dönem dünya için.
Amerika hukuk sistemlerinde bu olayın bir karşılığını
bulamayınca başka sistemlere müracaat ediyorlar.
Roma hukukuna bakıyorlar yok. Yunan, Hint, Uzakdoğu’da yok.
Bir heyet Türkiye’ye geliyor. Dönemin İstanbul
Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’e yönlendiriliyorlar. İlk başta
anlam veremiyor gelen ekip. Gönülsüz de olsa görüşüyorlar.
Bilmen onlara ölen adamın kemiklerinin durup durmadığını
sorduğunda şaşkınlıkları iyice büyüyor. Durduğunu söylüyorlar. Ömer Nasuhi
onlara kuyruk sokumu kemiğinden bir yer tarif ediyor. Tarif ettiği yere çocuğun
bir damla kanını damlatmalarını, eğer o kemik kanı emerse çocuğun o adamdan
olduğunu aksi olursa kadının yalancı olduğunu ve buna göre hüküm
verebileceklerini anlatıyor.
Gelen ekip görüşmeden memnun olmaksızın şaşkınlıklarını da
yanlarına alıp ülkelerine dönüyorlar. Bir müftünün böyle bir tıp bilgisine
nasıl hâkim olabileceğine ihtimal veremiyorlar. Ekipteki bir doktorun ise
kafasını kurcalıyor bu mesele. Müftünün yanlışlığını ispat etmek için mezar
açtırılıp adamın bedeni çıkarılıyor. Tarif edilen kemiğin üzerine önce kendi
kanını damlatıyor. Kan akıp gidiyor kemiğin üzerinden. Sonra çocuğun kanını
döktüğünde gözleri fal taşı gibi açılıyor. Kemiğin kanı emdiğini gördüğünde
hayretini gizlemiyor.
Görüşmede Ömer Nasuhi’nin yanında olanlar da ilk duymuş
olacaklar ki heyet gittikten sonra bu meseleyi nereden bildiğini soruyorlar.
Adı geçen kemiğin sadece kendi neslini kabul ettiğini uzun uzun anlatıyor.
Oradaki küçük bir parçanın önemine değiniyor. Vücuda ne yaparsanız yapın o
kemiği yok edemediğinizi, kıyamete kadar hiçbir gücünde buna muktedir
olamayacağını, zira mahşerde insanlar o kemik parçasından yeniden
diriltileceğini anlatıyor.
“Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” dedi.
De ki; “Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı
bilir.”
Yasin 78-79. Âyetler
Babaanemin
naklettiğine göre Eski Ankaralıların KURAN-I KERİMİN yanında
okudukları kitap (Babaannem rahmetli Samiye
Balaban. )
DELAİL-İ HAYRATTA
BAHSE KONU KEMİK PARÇASI Adı
ACUBU ZENNEP adı verilen toplu
iğne başı kadar kemik çıkıntısı bin derece
ateşe dayanıklı ve asırlar boyu
çürümeyen bir nesne olarak tarif
edilmekte yukardakı kıssada yasin süresinin 78-79 ÂYETİNE Vurgu yapılmaktadır.
ÖMER NASUHİ BİLMEN
KİTAPLARI.
İslam Hukukunda Manevi Zararların Tazmini, 1941
Kuran-ı Kerim'den Dersler ve Öğütler, 1947-50, 3 cilt
Eshab-ı Kiram, 1948.
Yüksek İslam Ahlakı, 1949
Büyük İslam İlmihali, 1949
Hukuku İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu, 1949-52, 6
cilt
Sureti Feth Tefsiri, 1953
Tefsir Tarihi, 1955
Kuranı Kerim'in Tefsiri ve Türkçe Meali Alisi, 1956
Sualli Cevaplı Dini Bilgiler, 1959
Muvazzah İlmi Kelam, 1959
İlmi Tevhid, 1962
Beşyüz Hadisi Şerif
13 EKİM 1971 TARİHİNDE
VEFAT ETMİŞTİR VE BİR YILDA
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAPMIŞTIR.
HALUK BALABAN.
13 Kasım 2022 Pazar
ATATÜRK’ÜN ANKARA HEMŞEHRİLİĞİ,
Ulu Önder’in Nutuk’ta
en çok zorlandığı bölüm. Nutuk’u yazarken de, okurken de en çok zorlandığı
bölüm, en yakın silah arkadaşlarıyla yollarının ayrıldığını hissettiği bölümdü…
Lozan günleriydi… İsmet Paşa ve Türk Heyeti Lozan'a hareket etmişti. Aynı gün
Sultan Vahdettin İngilizler'e sığınmış, Malaya zırhlısıyla Malta'ya doğru yola
çıkmıştı. Sultan kaçıyordu.!
Bir gün, O'nu Etlikte Bir Bağ evinde akşam yemeğine davet
ettiler. Gazi Paşa, Rauf Bey, Refet Paşa, Fuat Paşa, akşam sofrada bir araya
geldiler. Henüz yemek bile daha başlamamıştı ki, Rauf Bey Gazi'ye döndü;
“Kemal” dedi.
-Davetimizi kabul edip geldiğin için teşekkür ederiz.
Yemeğin yanı sıra seninle baş başa konuşmak istediğimiz bir konu var, bugün
seninle o konuyu da konuşmak istiyoruz".
Gelişkin hisleri O'nu yanıltmazdı. Bozuntuya vermedi.
“Buyurun, konuşalım!” dedi. Rauf Bey eteğindeki taşları dökmeye başladı:
-Kemal! Bu Meclis senden korkuyor, o yüzden sana gelemiyor,
tüm şikâyetler başbakan olarak bana geliyor.”
Gazi şaşırdı, belli etmemeye çalıştı ”Neyimden
korkuyorlarmış?” deyiverdi.
Rauf Bey konuya doğrudan girdi:
-Senin Cumhuriyet kuracağından korkuyorlar. Dedikodular
giderek yayılıyor. Bazen o kadar abartıyorlar ki, eline bir fırsat geçerse,
senin padişahı bile bu ülkeden kovacağını söylüyorlar!”
Gazi donup kalmıştı.
Soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Rauf Bey ise içini
dökmeye devam etti:
-Kemal! Bu vatan tehlikeye düştü, işgale uğradı. En çok sen
çaba gösterdin, kurtardın, biz de sana yardım ettik"
-Şimdi vatan kurtuldu. Bize göre “emaneti sahibine” iade
etmenin zamanı geldi". İşte O an Gazi, yemek davetinin bir bahane olduğunu
anlamıştı.
-Peki, Rauf Sultan Vahdettin için sen ne düşünüyorsun?” diye
konuşan o kişiye sordu. Rauf Bey ise:
-Kemal, benim babam padişahın baş mabeyinliğini yaptı.
Boğazında padişahın ekmeği var. Şimdi o ekmek benim gırtlağımda. Ben yediğim
ekmeğe ihanet etmem kardeşim. Benim rejim sorunum yok"
-Üstelik madem sordun söyleyeyim: Padişah, bir İslam
halifesi, ben de Müslümanım. Dini terbiyem nedeniyle de padişaha bağlıyım. O
makamlar uhrevi (dünyalık olmayan) makamlar. Senin, benim gibi kişilerin
ulaşabileceği makamlar değil"
-Kaldı ki, bu milletin yüzlerce yıldan bu yana alıştığı
yönetim de mutlakıyet yönetimidir, Cumhuriyet değil”. Gazi'nin yüz hatları
gerilmişti. Bu sefer de ev sahibi Refet Paşa'ya döndü;
-Peki, ya sen ne düşünüyorsun Refet?” diye sordu. O da
“Aynen Rauf Bey gibi düşünüyorum, Paşam!…” deyip kestirip attı. Gazi, bu sefer
de masadaki üçüncü kişi olan Fuat Paşa'ya "Peki, ya senin görüşün Fuat?”
diye sordu.
Fuat Paşa Gazi'nin Harbiye'den sınıf, hatta sıra
arkadaşıydı. Hukukları daha derindi yani… işte o Fuat;
-Paşam” dedi, “biliyorsunuz uzun süredir Moskova'dayım,
duruma muttali değilim, izin verin birkaç gün düşüneyim, yanıtımı sonra
veririm" dedi ve o bile, “Kemal, ben senin arkandayım!…” diyemedi yani.
Masada olmayan dördüncü kişi, Kâzım Karabekir Paşa ise
Erzurum'daydı ve telefonun öbür ucunda, bu toplantıdan çıkacak kararı
bekliyordu…
Beşinci kişiyse, kendisiydi. Anadolu'ya çıkan ilk 5 komutan
işte masadaydılar ve henüz devlet kurulamamıştı ama kozlar paylaşılıyordu.
“Benden ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu Gazi.
-Yarın kürsüye çık, bunları yapmayacağına söz ver!” diye
yanıtladı Rauf Bey. Gazi:
-Bana bir kâğıt verin…” dedi. Bağ evinde gece yarısı kâğıt
bulamadılar, içtiği sigaranın kapağını yırttı ve arkasına hırsla şunu yazdı:
-Günü geldiğinde padişahla ilgili kararı en yüce icrai organ
olan TBMM verecektir.” bunu yüksek sesle okudu ve sordu:
-Bu sizi ve Meclis'i tatmin eder mi? Bunu yarın çıkıp
okursam, sizce Meclis tatmin olur mu?
Onlar da “Hah, işte bu olur. Bunu çık yarın kürsüden oku!..”
dediler. Rauf Bey, O Meclis'ten padişah aleyhinde bir karar çıkmazdı ve bunu
biliyorlardı. Masadaki komutanlar da rahatladılar.
Sofra, buz gibi olmuştu. Ayrılırken, Etlik sırtlarından yeni
bir gün ışıyordu. O günden itibaren Gazi yollarını da bu arkadaşlarından
ayırmak zorunda olduğunu görmüştü. Ertesi gün kürsüye çıktı ve yazdıklarını
aynen okudu.
Nutuk'tan Doç. Dr. Orhan Çekiç'in yazdığına göre Meclis'le
ve komutanlarla bir tartışmaya girmeden bu krizi atlatmalıydı. Öyle de yaptı.
1921 Anayasası'na göre Meclis her iki yılda bir seçim yapmak
zorundaydı. Meclis 23 Nisan 1920'de açıldığına göre, seçimleri yenilemenin
zamanı gelmişti. Doğal olarak da seçimlere gidildi. Gazi, bu Meclis'ten
kurtuluyor gibiydi. Komutanlar yeniden endişeye düştüler: “Ya, Kemalist bir
Meclis gelirse!” Bunun üzerine yeni bir plan kurdular. Mustafa Kemal'i Meclis'e
sokmamanın yolunu arayacaklardı. Seçim Yasası'nı değiştirmeye karar verdiler.
Tanıdık geldi mi sevgili Canlar.
Erzurum Milletvekili Necati Bey, Samsun Milletvekili Emin
Bey, Mersin Milletvekili Albay emeklisi Çolak Selahattin Bey, bir önerge
hazırladılar. Buna göre:
1. “Bundan böyle milletvekili adayının doğum yeri, Misak-ı
Milli sınırları içinde olsun!..” dediler. Böylece Selanik dışarıda bırakılmıştı.
2. “Milletvekili adayı, adaylığını koyduğu yerde en az beş
senedir oturuyor olsun!” Mustafa Kemal o cephe senin, bu cephe benim, hayatı
boyu koşturmaktan ötürü, değil beş yıl, hiçbir yerde sürekli beş ay bile
oturamamıştı ki…
Hedef belliydi. Bu yasa özel olarak kendisi için
hazırlanmaktaydı. Hem de en yakın silah arkadaşları tarafından. Bu önerge
verilince, kürsüye zorla çıktı ve avaz avaz:
-Doğum yerim Selanik, Misak-ı Milli sınırları dışında
kalırken, önceki devlet ise Selaniği tek kurşun atmadan Yunan'a verirken, bu
millet bilsin ki ben diğer bir yurt köşesi Derne'de savaşıyordum.”
-Hiçbir yerde beş yıl oturamadım, doğru. Otursaydım eğer, o
zaman Bingazi'de, Derne'de, Sina'da, Filistin'de olamazdım. Çanakkale'de,
Kafkaslar'da, Sakarya'da olamazdım. Ama ben oralarda olamasaydım, bu
efendilerin de doğum yerleri, Allah korusun, Misak-ı Milli sınırları dışında
kalırdı”
-Şimdi millete soruyor ve yanıtını milletten bekliyorum. Bu
önergenin sahibi efendileri buraya gönderen millet onlar gibi mi düşünüyor peki
?
Hayır, elbette millet, onlar gibi düşünmüyordu. Çuvallar
dolusu telgraflarla olayı protesto ettiler, önerge geri çekildi ve Ankaralılar Bu olayı protesto etti ve Mustafa
Kemal Atatürkü 2 ekim 1922 de Ankaranin Hemşehriliğini Kabul etmesi için
Teklifte Bulundu Mustafa Kemal 5 ekim 1922 Bu Tarihi Teklifi Kabul etti Bu
Tarih Ankaralılar içinde Tarihi önem arz eden bir Tarihti Bazılarının
Tesadüf Nitelemelerine karşılık Yunanlıların
1 mayıs 1919 da izmiri İşgal etmelerinden sonra 26 mayıs günü ve 5 ekim 1919 günü Yaptıkları binlerce
ankaralının Katıldığı Mustafa Kemal Paşanın Yüzü dahi görmeden yapılan
mitingleri bilen Mustafa Kemal Paşanın özellikle 5 ekimi seçmeside
Manidadardır. Mustafa kemal Paşa Ankara Belediyesinin 10 numaralı tebliği ile
aşağıdaki Teşekkür belgesini Tüm Ankaralılara Sunmuştur.
Sevgili milletimizin bütün bir düşmanlık âlemine karşı zaferle taçlandırdığı İstiklâl Mücadelesi Tarihi'nde Ankara adı en aziz bir yeri koruyacaktır. Büyük Millet Meclisi, sizin yiğitlik ortamınızda korkusuzca bağımsızlık mücadelesine devam edebilmiştir. Bu sebeple Ankaralı hemşerilerimin, vatanın kurtuluş mücadelesinde ayrı bir şeref hissesi vardır." ANKARA HEMŞEHRİLİĞİNE DAVET OLUNMASI DOLAYISİLE ANKARALILARA GÖNDERİLEN Yazı (5. X. 1922) Ankara Belediyesi vesatetiyle Vatanperver Ankara Ahalisine Beni Ankara‘nın hamiyetli hemşehrileri arasına girmeğe davet suretiyle tecelli eden iltifatınıza samimi ruhumdan arzı Şükran eylerim. Sevgili milletimizin bütün bir cihanı husumete karşı muzafferiyetle tetvic ettiği istiklâl mücahedesi tarihinde Ankara namı en aziz bir mevki muhafaza edecektir. Bu mücadeleye ilk başladığımız sıralarda bizi ihata eden müşkilâtın derecesi cümlenizin malûmudur. Bazılarınca iktihamı heman gayrı mümkün zannedilen bu müşkilât karşısında sizler bir dakika tereddüt etmediniz. Ve üç sene mukaddem Sivas‘tan Ankara‘ya ayak bastığım zaman bir misalini geçen gün dahi göstermiş olduğunuz samimî ve kalbi tezahürat ile beni kollarınız arasına aldınız. O zaman gösterdiğiniz bu vatanî cesaret sayesinde ecnebi müdahalesiyle İstanbul’da kapattırılmış olan Meclisi Mebusanı daha vasi bir selâhiyet ve şanı milliye lâyık bir istiklâl ile Ankara da açmak müyesser olmuştur, İstanbul’da ecnebi süngülerine istinad edenlerin dağıttıkları Meclisi Mebusanda cesur Erzurum hemşehrilerimin mebus sıfatı hazırasını haiz idim. Büyük Millet Meclisi için yeniden yapılan intihapta beni Ankara‘dan aza intihap etmek suretiyle bu sıfatı hazıraya ayrı bir selâhiyeti kanuniye ilâve buyurdunuz. Büyük Millet Meclisi sizin muhiti hamasetinizde bîperva İstiklal mücahedesine devam edebilmiştir. Binaenaleyh Ankara hemşehrilerimin bu istihlâsı vatan mücahedesinde ayrı bir hissei şerefi vardır. Bu vesile ile hemşehrilerimi bir kardeş samimiyetiyle tebrik eder ve bana karşı gösterdiğiniz kalbi muhabbete mukabeleten cümlenizi deragûş eylerim.
Mustafa Kemal 6 ekim 1922.
Gazi Mustafa Kemal.
Bu Olaydan sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa Ankara Hacıbayram Mahallesi nufüs Kütüğüne
Kayıt edilerek Ankara Millet vekili Olmuştur.
HALUK BALABAN.
7 Kasım 2022 Pazartesi
''KEYFİYE NEDİR?''
Türkistan’da başlayan kuraklık ve kıtlıktan dolayı ecdadımız
Türkistan’dan (Orta Asya) Anadolu’ya doğru göç etmeye başladıklarında
yolda önceden gidenlerin, sonradan gelenleri, sonradan
gelenlerin önceden gidenleri tanıyabilmeleri için Türk Boylarının Aksakallı
Beyleri gittikleri yerlerde yigitlerin birbirleriyle olan iletişimin kopmaması
ve gittikleri yerlerde birbirilerini tanımak maksadıyla ortak bir parolanın
olması gerektiği fikrine varırlar.
Yine bir yaz günü Oğuz Beyleri çadırlarında oturup bu konuyu
görüşürken hafiften yaz yağmuru yağmaya başlar.
Biraz yağdıktan sonra yağmur diner ve arkasından çok
ihtişamlı bir gökkuşağı doğar.
Yaşlı aksakallılarımızdan birisi o ihtişamlı gökkuşağını
fark eder ve “parolamız gökyüzündeki bu rengârenk gökkuşağının renkleri olsun”
önerisini aksakallı meclisine sunar.
Öneri Oğuz Beyleri tarafından da uygun görülür ve parola
gökkuşağındaki renkler olarak kabul edilir.
Aksakallılardan
birisi parola olarak belirledikleri gökkuşağındaki renklere bir de anlam
verilmesi gerektiğini söyler.
Aksakallı meclisinde oturan Oğuz Beyleri de gökkuşağındaki
her renge Türk kültürünü ve Töresini de göz önüne alarak ortak bir kararla şu
anlamları verirler:
Beyaz renk: Duruluk, sadelik ve temizlik
Barış
Yeşil renk: ağaç
dikme ogmani koruma
Evren ve doğa, inanç
Mor renk: Hoşgörü, affedicilik, sevgi ve sonsuzluk,sadakat
Kırmızı renk: Türklük ve Bağımsızlık
Sarı renk: devlet kurma
Aş,İş, bolluk, bereket.
Sonra Oğuz hatunlarından gökkuşağında bulunan renklerden
kumaşlar dokumaları istenir.
Hatunlar, renk renk keyfiye kumaşlarıni dokuyup hazır
ederler.
Oğuz Beyleri tarafından bu kumaşlar göç eden
Yiğitlere, Türk boylarına verilir;
Bu mirası Oğuz
boyları çadırlarının başına gerekse boyunlarında asırlar boyu taşırlar.
Yüzyıllar süren göç müddetince,
yolda birbirlerinin bu renklerden yapılan keyfiyeleri
omuzlarda gören karındaşlar,
karşılaşmada keyif
verir.
Yörük Türkmenlerin birbirlerini
tanımaya vesile olan keyfiyeyi
bir kültür olarak asırlardır yaşar ve yaşatırlar Dağıtırlar
Ankara'lı Seymenlerin Başındaki Kefiyenin özelliği budur.
HALUK BALABAN