17 Kasım 2022 Perşembe

 ANKARA KALE SURLARININ Tarihte Tamiri.

Üçüncü Surun Öyküsü.
1607 YILLARINDA ANKARA KADISI VİLDANZADE AHMET EFENDİ VE EŞKİYALARDAN KORUNMAK İÇİN
KALE SAVUNMASI İÇİN ÇALIŞMALARI
Canlı ekonomisi ile belli başlı Anadolu şehirlerinden birisi olan
ANKARA, XVII. yüzyıl boyunca çok sayıda eşkıyanın uğrak verdiği gözde yerlerden birisi olmuştur. Şehir yöneticileri ve halk bunu bildiklerinden
olsa gerek bu tür saldırılara karşı oldukça etkili savunma yöntemleri geliştirmişlerdir. Kalesinin verdiği avantajla, 1604 yılında KARAKAŞ eşkıyasına karşı, 1605 yılında Celali Hasan ve 1606 yılında KALENDEROĞLU ’na karşı bu başarılı korunma düzeni devam ettirilmiştir.
1606
yılında Ankara kadısı olan VİLDANZADE AHMET EFENDİ ’nin önderliğinde bitirilen, şehrin etrafını muhkem bir sur ile çevirme Tamir projesidir. Aslında bu işe kendisinden önce başlanmış ( kale dış surlarının inşaası Cenabı Ahmet paşa Tarafından Başlanmış ve tamamlanmıştır ) ama Onun gayretleri ile bu proje 1607 yılında onarımın Tamamlanması kısa sürede sonuçlandırılmış ve halk saldırılar karşısında rahat bir nefes alabilmiştir.
ANKARA ’nın, XVII. Yüzyıldaki görünümü bir önceki asra göre biraz
değişmiş gibidir. XVI. Yüzyılda şehre gelen yabancı gezginler şehrin etrafında sur bulunmadığını belirterek, evlerinin de çok iyi olmadığını söylemekteydiler. Ama isyanlar döneminde şehrin muhafazası için etrafına bir sur inşa edilmiş ve birinci dalga isyanlardan sonra şehirde daha iyi evler yapılmaya başlanmıştır. Evlerin kalitesinin artmış olması bu surun şehir ekonomisine
eşkıyaların verdiği zararı azaltmış Şehirlerde halkı dış saldırılara karşı koruyan önemli yapıların başında şüphesiz kaleler gelmekteydi. Ele alınan merkezler içinde kalesi ile öne çıkan şehir yine ANKARA ’dır. Kaleler merkezi yönetim için de çok
önemli savunma mekanizmalarıydı. Bu yüzden buralarda şehirlerin savunmaları için sürekli cephane ve silah bulundurulmaktaydı. ABAZA MEHMED 1623 yılında Ankara’ya saldırmıştır. Bu saldırıdan 2 yıl önce 1621 yılında Ankara kalesi cephaneliğinde yapılan bir sayımda kalede
bulunan silah ve diğer malzemeler in miktarı şöyleydi:
69 köhne tüfek 3 eski kazma,
98 yeni tüfek 3 çatal demir,
4 kurşun sandığı ve kesim demiri 30 demir topuz
4 küçük top 2 mismar16
35 kantar barut 237 okka pamuk
5 çift top arabası parçaları 1 boş sandık
4 şahi benzeri top 60 adet eski keman17
3 adet boş tüfenk sandığı 200 adet kesim demiri
9 top yıkama bezi 2 zemberek
10.000 ok ucu; Bunlardan başka 9 tane mancınık Sulu Han’a götürülmüştü
Bu tarihten sonra savunma surlarının varlığı ve yöneticilerin becerikliliği sayesinde 2000 adamı ile şehri kuşatan ABAZA
MEHMED 6 ay uğraşmasına rağmen iç kaleyi alamamıştır. Merkezi hükümet olaydan haberdar olunca bastırmak için, Cağalazade Sinan Paşa’nın oğlu Mahmud Paşa’yı üzerine serdar tayin ederek, Anadolu ve Karaman Beylerini de emrine vermiştir. Kalede barut bitmiş ve kıtlık baş göstermiş
bir halde kuşatma devam ederken Abaza Mehmed ayağından vurulmuş ve kuşatmayı kaldırmak zorunda kalmıştır.
Bu esnada devletin Bağdat ile ilgilenmesi de Abaza’nın kuvvetlenmesine ve kuşatmanın bu kadar uzamasına zemin hazırlamıştır. Daha önce ve sonra yapılan saldırılar esnasında halk bu tür girişimlere destek olmamış ve devletin devamına inanmış görünmektedir. Osmanlı Ülkesinde İsyan ve Eşkıyalık Olayları...bitince, bahsedilen meşhur sur ve kale bir ihmale uğramış ise de yapısının ve taşlarının sağlamlığı yıkılmadan, bakımsızlığa direnebilmiştir
Aynı şekilde, Abaza Hasan isyanı esnasında da Ankara kalesi hem halkın hem de şehir idarecilerinin en önemli sığınağı olmuşa benzer. 1651
yılı Temmuz’unda Abaza eşkıyasının adamları Ankara ve civarında saldırıya başladıklarında merkezden gelen emirlerde, Ankara kalesinden sorumlu olanlara sıkı sıkı tembihatlar yapılarak, kalenin muhafazasında can ve başla gayret edilmesi istenmiştir
Bu tarihlerde Ankara Sancağı Mutasarrıfı Muslı’ya ve daha sonra
da Abdullah Paşa’ya gelen başka emirlerde, yine kalenin elde tutulması, çok iyi korunması ve şehrin etrafında bulunan yeniçerilerin ve yeniçeri serdarlarının tamamının, halktan ve ayan-ı memleketten ise isteyenlerin iç kaleye alınması emredilmektedir. Bu işi yaparken de gerekirse halktan
gönüllü birlikler temin edilmesi ve canı gönülden savunma yapılması istenmektedir
1655 yılı Ağustos ayında Ankara sahrasına gelerek şehri tehdit
eden ve şehirde bulunan askeri taifesinin kendisine katılmasını isteyen BİGA LI MUSTAFA ’ya karşı da kalenin çok iyi korunması ısrarlı bir şekilde
emredilmiştir
1830 yıllarında Mısır Hıdivi Kavalalı Mehmet Ali paşanın oğlu İbrahim Paşa Tarafından Bilhassa Üçüncü sur olarak bilinen Hacettepe’den geçen Surlar ve diğerleri Halkında yardım ve destekleri İle Tamir edilmiş Eşkıya şerrinden Korunmaya çalışılmıştır.
Ankara 150 yıla yakın celali isyanı ve Eşkiyaların saldırısına maruz Olmuş Bir Kentimizdir. Kalebentlerin Ankara kadılarının Ve Şehir ahalisinin canla başla savunmaları Kenti zorluklarla yıllaraca korumaya alışmışlardır. Eşkiyalar tarafından Ankara Bağ evleri Bağları bahçeleri Yağmalanmış yakılmış Yıkılmıştır
Hacettepe Evlerinin Yeni yapılarının Taşları Üçüncü surların Taşları ve temel taşları olarak kullanılmıştır Hacettepe de üçüncü sur diplerinde yapılan kazılarda Neolitik zamana ait ok uçları ve çeşitli objeler bulunmuştur.
Hacettepe Parkının olduğu alan Tarihte Mezarlık olarak kullanılan ve A.Ü .Rektörlük binasının Hacettepe Acil servis Kapısı girişinin üstü SEYMEN MEZARLIĞI Olarak Bilinen Kısmıdır Bu mezarlık Park yapımına Başlanma tarihinde 1936 yılı başında Halka duyuru yapılarak Mezarların Başka alana defin yapılması için uyarılmış Mezar yeri belli olan Hacettepeliler Mezarlarının Başka alanlara nakledilmesine Başlamış Çok sahipsiz mezarlarda sökülerek Topluca Başka Bir yere Nakledilmiştir.
Gençlik parkı İçindeki Su perileri heykeli havuz Hacettepe’ye nakledilmiş sıhhiye tarafına da irili ufaklı Minik havuzlar yapılarak Hacettepe parkı İhya edilmiştir. İkinci Büyük havuz Çocuk hastanesinn olduğu alana yapılmış her bir köşesine minik heykelcikler konmuştur. Hacettepe semtinin İhsan Doğramacı tarafından istimlak edilmesinden sonara 1960 yılında Ankara’nın en güzel tarihi Parkı yok edilmiştir.
HALUK BALABAN.

 


 

ÖMER NASUHİ BİLMEN .. ( MUSTAFA KEMAL Paşa'nın Sevdiği Hacettepeli Din Adamı )

Yaşanmış bir olay.

Hacettepe  eski yol sokakta  Kıl boyunluların Ali efendi  Konagında Oturan  Atatürkünde çok sevdiği din adamı..   ÖMER NASUHİ BİLMEN…..

1940’ların sonuna doğru Amerika’da  zengin bir adamın ölümünden birkaç yıl sonra bir kadın yanında bir çocukla mahkemeye başvuruyor. Çocuğun ölen adamdan olduğunu iddia ediyor. Ölüden DNA testi yapılamayan bir dönem dünya için.

Amerika hukuk sistemlerinde bu olayın bir karşılığını bulamayınca başka sistemlere müracaat ediyorlar.

Roma hukukuna bakıyorlar yok. Yunan, Hint, Uzakdoğu’da yok. Bir heyet Türkiye’ye geliyor. Dönemin İstanbul

Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’e yönlendiriliyorlar. İlk başta anlam veremiyor gelen ekip. Gönülsüz de olsa görüşüyorlar.

Bilmen onlara ölen adamın kemiklerinin durup durmadığını sorduğunda şaşkınlıkları iyice büyüyor. Durduğunu söylüyorlar. Ömer Nasuhi onlara kuyruk sokumu kemiğinden bir yer tarif ediyor. Tarif ettiği yere çocuğun bir damla kanını damlatmalarını, eğer o kemik kanı emerse çocuğun o adamdan olduğunu aksi olursa kadının yalancı olduğunu ve buna göre hüküm verebileceklerini anlatıyor.

Gelen ekip görüşmeden memnun olmaksızın şaşkınlıklarını da yanlarına alıp ülkelerine dönüyorlar. Bir müftünün böyle bir tıp bilgisine nasıl hâkim olabileceğine ihtimal veremiyorlar. Ekipteki bir doktorun ise kafasını kurcalıyor bu mesele. Müftünün yanlışlığını ispat etmek için mezar açtırılıp adamın bedeni çıkarılıyor. Tarif edilen kemiğin üzerine önce kendi kanını damlatıyor. Kan akıp gidiyor kemiğin üzerinden. Sonra çocuğun kanını döktüğünde gözleri fal taşı gibi açılıyor. Kemiğin kanı emdiğini gördüğünde hayretini gizlemiyor.

Görüşmede Ömer Nasuhi’nin yanında olanlar da ilk duymuş olacaklar ki heyet gittikten sonra bu meseleyi nereden bildiğini soruyorlar. Adı geçen kemiğin sadece kendi neslini kabul ettiğini uzun uzun anlatıyor. Oradaki küçük bir parçanın önemine değiniyor. Vücuda ne yaparsanız yapın o kemiği yok edemediğinizi, kıyamete kadar hiçbir gücünde buna muktedir olamayacağını, zira mahşerde insanlar o kemik parçasından yeniden diriltileceğini anlatıyor.

“Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” dedi.

De ki; “Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir.”

Yasin 78-79. Âyetler

Babaanemin  naklettiğine göre  Eski  Ankaralıların KURAN-I KERİMİN yanında okudukları kitap (Babaannem rahmetli Samiye  Balaban. )

DELAİL-İ HAYRATTA  BAHSE KONU  KEMİK PARÇASI   Adı  ACUBU ZENNEP  adı verilen toplu iğne başı kadar kemik çıkıntısı bin derece  ateşe dayanıklı  ve asırlar boyu çürümeyen  bir nesne olarak tarif edilmekte  yukardakı kıssada  yasin süresinin 78-79  ÂYETİNE Vurgu yapılmaktadır.

ÖMER NASUHİ BİLMEN  KİTAPLARI.

İslam Hukukunda Manevi Zararların Tazmini, 1941

Kuran-ı Kerim'den Dersler ve Öğütler, 1947-50, 3 cilt

Eshab-ı Kiram, 1948.

Yüksek İslam Ahlakı, 1949

Büyük İslam İlmihali, 1949

Hukuku İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu, 1949-52, 6 cilt

Sureti Feth Tefsiri, 1953

Tefsir Tarihi, 1955

Kuranı Kerim'in Tefsiri ve Türkçe Meali Alisi, 1956

Sualli Cevaplı Dini Bilgiler, 1959

Muvazzah İlmi Kelam, 1959

İlmi Tevhid, 1962

Beşyüz Hadisi Şerif

13 EKİM 1971 TARİHİNDE  VEFAT ETMİŞTİR  VE BİR YILDA DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAPMIŞTIR.

HALUK BALABAN.

13 Kasım 2022 Pazar

 

ATATÜRK’ÜN ANKARA HEMŞEHRİLİĞİ,

 Ulu Önder’in Nutuk’ta en çok zorlandığı bölüm. Nutuk’u yazarken de, okurken de en çok zorlandığı bölüm, en yakın silah arkadaşlarıyla yollarının ayrıldığını hissettiği bölümdü… Lozan günleriydi… İsmet Paşa ve Türk Heyeti Lozan'a hareket etmişti. Aynı gün Sultan Vahdettin İngilizler'e sığınmış, Malaya zırhlısıyla Malta'ya doğru yola çıkmıştı. Sultan kaçıyordu.!

Bir gün, O'nu Etlikte Bir Bağ evinde akşam yemeğine davet ettiler. Gazi Paşa, Rauf Bey, Refet Paşa, Fuat Paşa, akşam sofrada bir araya geldiler. Henüz yemek bile daha başlamamıştı ki, Rauf Bey Gazi'ye döndü; “Kemal” dedi.

-Davetimizi kabul edip geldiğin için teşekkür ederiz. Yemeğin yanı sıra seninle baş başa konuşmak istediğimiz bir konu var, bugün seninle o konuyu da konuşmak istiyoruz".

Gelişkin hisleri O'nu yanıltmazdı. Bozuntuya vermedi. “Buyurun, konuşalım!” dedi. Rauf Bey eteğindeki taşları dökmeye başladı:

-Kemal! Bu Meclis senden korkuyor, o yüzden sana gelemiyor, tüm şikâyetler başbakan olarak bana geliyor.”

Gazi şaşırdı, belli etmemeye çalıştı ”Neyimden korkuyorlarmış?” deyiverdi.

Rauf Bey konuya doğrudan girdi:

-Senin Cumhuriyet kuracağından korkuyorlar. Dedikodular giderek yayılıyor. Bazen o kadar abartıyorlar ki, eline bir fırsat geçerse, senin padişahı bile bu ülkeden kovacağını söylüyorlar!”

Gazi donup kalmıştı.

Soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Rauf Bey ise içini dökmeye devam etti:

-Kemal! Bu vatan tehlikeye düştü, işgale uğradı. En çok sen çaba gösterdin, kurtardın, biz de sana yardım ettik"

-Şimdi vatan kurtuldu. Bize göre “emaneti sahibine” iade etmenin zamanı geldi". İşte O an Gazi, yemek davetinin bir bahane olduğunu anlamıştı.

-Peki, Rauf Sultan Vahdettin için sen ne düşünüyorsun?” diye konuşan o kişiye sordu. Rauf Bey ise:

-Kemal, benim babam padişahın baş mabeyinliğini yaptı. Boğazında padişahın ekmeği var. Şimdi o ekmek benim gırtlağımda. Ben yediğim ekmeğe ihanet etmem kardeşim. Benim rejim sorunum yok"

-Üstelik madem sordun söyleyeyim: Padişah, bir İslam halifesi, ben de Müslümanım. Dini terbiyem nedeniyle de padişaha bağlıyım. O makamlar uhrevi (dünyalık olmayan) makamlar. Senin, benim gibi kişilerin ulaşabileceği makamlar değil"

-Kaldı ki, bu milletin yüzlerce yıldan bu yana alıştığı yönetim de mutlakıyet yönetimidir, Cumhuriyet değil”. Gazi'nin yüz hatları gerilmişti. Bu sefer de ev sahibi Refet Paşa'ya döndü;

-Peki, ya sen ne düşünüyorsun Refet?” diye sordu. O da “Aynen Rauf Bey gibi düşünüyorum, Paşam!…” deyip kestirip attı. Gazi, bu sefer de masadaki üçüncü kişi olan Fuat Paşa'ya "Peki, ya senin görüşün Fuat?” diye sordu.

Fuat Paşa Gazi'nin Harbiye'den sınıf, hatta sıra arkadaşıydı. Hukukları daha derindi yani… işte o Fuat;

-Paşam” dedi, “biliyorsunuz uzun süredir Moskova'dayım, duruma muttali değilim, izin verin birkaç gün düşüneyim, yanıtımı sonra veririm" dedi ve o bile, “Kemal, ben senin arkandayım!…” diyemedi yani.

Masada olmayan dördüncü kişi, Kâzım Karabekir Paşa ise Erzurum'daydı ve telefonun öbür ucunda, bu toplantıdan çıkacak kararı bekliyordu…

Beşinci kişiyse, kendisiydi. Anadolu'ya çıkan ilk 5 komutan işte masadaydılar ve henüz devlet kurulamamıştı ama kozlar paylaşılıyordu.

“Benden ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu Gazi.

-Yarın kürsüye çık, bunları yapmayacağına söz ver!” diye yanıtladı Rauf Bey. Gazi:

-Bana bir kâğıt verin…” dedi. Bağ evinde gece yarısı kâğıt bulamadılar, içtiği sigaranın kapağını yırttı ve arkasına hırsla şunu yazdı:

-Günü geldiğinde padişahla ilgili kararı en yüce icrai organ olan TBMM verecektir.” bunu yüksek sesle okudu ve sordu:

-Bu sizi ve Meclis'i tatmin eder mi? Bunu yarın çıkıp okursam, sizce Meclis tatmin olur mu?

Onlar da “Hah, işte bu olur. Bunu çık yarın kürsüden oku!..” dediler. Rauf Bey, O Meclis'ten padişah aleyhinde bir karar çıkmazdı ve bunu biliyorlardı. Masadaki komutanlar da rahatladılar.

Sofra, buz gibi olmuştu. Ayrılırken, Etlik sırtlarından yeni bir gün ışıyordu. O günden itibaren Gazi yollarını da bu arkadaşlarından ayırmak zorunda olduğunu görmüştü. Ertesi gün kürsüye çıktı ve yazdıklarını aynen okudu.

Nutuk'tan Doç. Dr. Orhan Çekiç'in yazdığına göre Meclis'le ve komutanlarla bir tartışmaya girmeden bu krizi atlatmalıydı. Öyle de yaptı.

1921 Anayasası'na göre Meclis her iki yılda bir seçim yapmak zorundaydı. Meclis 23 Nisan 1920'de açıldığına göre, seçimleri yenilemenin zamanı gelmişti. Doğal olarak da seçimlere gidildi. Gazi, bu Meclis'ten kurtuluyor gibiydi. Komutanlar yeniden endişeye düştüler: “Ya, Kemalist bir Meclis gelirse!” Bunun üzerine yeni bir plan kurdular. Mustafa Kemal'i Meclis'e sokmamanın yolunu arayacaklardı. Seçim Yasası'nı değiştirmeye karar verdiler. Tanıdık geldi mi sevgili Canlar.

Erzurum Milletvekili Necati Bey, Samsun Milletvekili Emin Bey, Mersin Milletvekili Albay emeklisi Çolak Selahattin Bey, bir önerge hazırladılar. Buna göre:

1. “Bundan böyle milletvekili adayının doğum yeri, Misak-ı Milli sınırları içinde olsun!..” dediler. Böylece Selanik dışarıda bırakılmıştı.

2. “Milletvekili adayı, adaylığını koyduğu yerde en az beş senedir oturuyor olsun!” Mustafa Kemal o cephe senin, bu cephe benim, hayatı boyu koşturmaktan ötürü, değil beş yıl, hiçbir yerde sürekli beş ay bile oturamamıştı ki…

Hedef belliydi. Bu yasa özel olarak kendisi için hazırlanmaktaydı. Hem de en yakın silah arkadaşları tarafından. Bu önerge verilince, kürsüye zorla çıktı ve avaz avaz:

-Doğum yerim Selanik, Misak-ı Milli sınırları dışında kalırken, önceki devlet ise Selaniği tek kurşun atmadan Yunan'a verirken, bu millet bilsin ki ben diğer bir yurt köşesi Derne'de savaşıyordum.”

-Hiçbir yerde beş yıl oturamadım, doğru. Otursaydım eğer, o zaman Bingazi'de, Derne'de, Sina'da, Filistin'de olamazdım. Çanakkale'de, Kafkaslar'da, Sakarya'da olamazdım. Ama ben oralarda olamasaydım, bu efendilerin de doğum yerleri, Allah korusun, Misak-ı Milli sınırları dışında kalırdı”

-Şimdi millete soruyor ve yanıtını milletten bekliyorum. Bu önergenin sahibi efendileri buraya gönderen millet onlar gibi mi düşünüyor peki ?

Hayır, elbette millet, onlar gibi düşünmüyordu. Çuvallar dolusu telgraflarla olayı protesto ettiler, önerge geri çekildi ve  Ankaralılar Bu olayı protesto etti ve Mustafa Kemal Atatürkü 2 ekim 1922 de Ankaranin Hemşehriliğini Kabul etmesi için Teklifte Bulundu  Mustafa Kemal  5 ekim 1922 Bu Tarihi Teklifi Kabul etti Bu Tarih Ankaralılar içinde Tarihi önem arz eden bir Tarihti  Bazılarının  Tesadüf Nitelemelerine karşılık  Yunanlıların 1 mayıs 1919 da izmiri İşgal etmelerinden sonra 26 mayıs günü ve  5 ekim 1919 günü Yaptıkları binlerce ankaralının Katıldığı Mustafa Kemal Paşanın Yüzü dahi görmeden yapılan mitingleri bilen Mustafa Kemal Paşanın özellikle 5 ekimi seçmeside Manidadardır. Mustafa kemal Paşa Ankara Belediyesinin 10 numaralı tebliği ile aşağıdaki Teşekkür belgesini Tüm Ankaralılara Sunmuştur.

Sevgili milletimizin bütün bir düşmanlık âlemine karşı zaferle taçlandırdığı İstiklâl Mücadelesi Tarihi'nde Ankara adı en aziz bir yeri koruyacaktır. Büyük Millet Meclisi, sizin yiğitlik ortamınızda korkusuzca bağımsızlık mücadelesine devam edebilmiştir. Bu sebeple Ankaralı hemşerilerimin, vatanın kurtuluş mücadelesinde ayrı bir şeref hissesi vardır." ANKARA HEMŞEHRİLİĞİNE DAVET OLUNMASI DOLAYISİLE ANKARALILARA GÖNDERİLEN Yazı (5. X. 1922) Ankara Belediyesi vesatetiyle Vatanperver Ankara Ahalisine Beni Ankara‘nın hamiyetli hemşehrileri arasına girmeğe davet suretiyle tecelli eden iltifatınıza samimi ruhumdan arzı Şükran eylerim. Sevgili milletimizin bütün bir cihanı husumete karşı muzafferiyetle tetvic ettiği istiklâl mücahedesi tarihinde Ankara namı en aziz bir mevki muhafaza edecektir. Bu mücadeleye ilk başladığımız sıralarda bizi ihata eden müşkilâtın derecesi cümlenizin malûmudur. Bazılarınca iktihamı heman gayrı mümkün zannedilen bu müşkilât karşısında sizler bir dakika tereddüt etmediniz. Ve üç sene mukaddem Sivas‘tan Ankara‘ya ayak bastığım zaman bir misalini geçen gün dahi göstermiş olduğunuz samimî ve kalbi tezahürat ile beni kollarınız arasına aldınız. O zaman gösterdiğiniz bu vatanî cesaret sayesinde ecnebi müdahalesiyle İstanbul’da kapattırılmış olan Meclisi Mebusanı daha vasi bir selâhiyet ve şanı milliye lâyık bir istiklâl ile Ankara da açmak müyesser olmuştur, İstanbul’da ecnebi süngülerine istinad edenlerin dağıttıkları Meclisi Mebusanda cesur Erzurum hemşehrilerimin mebus sıfatı hazırasını haiz idim. Büyük Millet Meclisi için yeniden yapılan intihapta beni Ankara‘dan aza intihap etmek suretiyle bu sıfatı hazıraya ayrı bir selâhiyeti kanuniye ilâve buyurdunuz. Büyük Millet Meclisi sizin muhiti hamasetinizde bîperva İstiklal mücahedesine devam edebilmiştir. Binaenaleyh Ankara hemşehrilerimin bu istihlâsı vatan mücahedesinde ayrı bir hissei şerefi vardır. Bu vesile ile hemşehrilerimi bir kardeş samimiyetiyle tebrik eder ve bana karşı gösterdiğiniz kalbi muhabbete mukabeleten cümlenizi deragûş eylerim.

Mustafa Kemal 6 ekim 1922.


 Gazi Mustafa Kemal.

Bu Olaydan sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa  Ankara Hacıbayram Mahallesi nufüs Kütüğüne Kayıt edilerek Ankara Millet vekili Olmuştur.

HALUK BALABAN.

7 Kasım 2022 Pazartesi

 

''KEYFİYE NEDİR?''

Türkistan’da başlayan kuraklık ve kıtlıktan dolayı ecdadımız Türkistan’dan (Orta Asya) Anadolu’ya doğru göç etmeye başladıklarında

yolda önceden gidenlerin, sonradan gelenleri, sonradan gelenlerin önceden gidenleri tanıyabilmeleri için Türk Boylarının Aksakallı Beyleri gittikleri yerlerde yigitlerin birbirleriyle olan iletişimin kopmaması ve gittikleri yerlerde birbirilerini tanımak maksadıyla ortak bir parolanın olması gerektiği fikrine varırlar.

Yine bir yaz günü Oğuz Beyleri çadırlarında oturup bu konuyu görüşürken hafiften yaz yağmuru yağmaya başlar.

Biraz yağdıktan sonra yağmur diner ve arkasından çok ihtişamlı bir gökkuşağı doğar.

Yaşlı aksakallılarımızdan birisi o ihtişamlı gökkuşağını fark eder ve “parolamız gökyüzündeki bu rengârenk gökkuşağının renkleri olsun” önerisini aksakallı meclisine sunar.

Öneri Oğuz Beyleri tarafından da uygun görülür ve parola gökkuşağındaki renkler olarak kabul edilir.

 Aksakallılardan birisi parola olarak belirledikleri gökkuşağındaki renklere bir de anlam verilmesi gerektiğini söyler.

Aksakallı meclisinde oturan Oğuz Beyleri de gökkuşağındaki her renge Türk kültürünü ve Töresini de göz önüne alarak ortak bir kararla şu anlamları verirler:

Beyaz renk: Duruluk, sadelik ve temizlik

Barış

Yeşil renk: ağaç  dikme ogmani koruma

Evren ve doğa, inanç

Mor renk: Hoşgörü, affedicilik, sevgi ve sonsuzluk,sadakat

Kırmızı renk: Türklük ve Bağımsızlık

Sarı renk: devlet kurma

Aş,İş, bolluk, bereket.

Sonra Oğuz hatunlarından gökkuşağında bulunan renklerden kumaşlar dokumaları istenir.

Hatunlar, renk renk keyfiye kumaşlarıni dokuyup hazır ederler.

Oğuz Beyleri tarafından bu kumaşlar göç eden

Yiğitlere, Türk boylarına verilir;

  Bu mirası Oğuz boyları çadırlarının başına gerekse boyunlarında asırlar boyu taşırlar. Yüzyıllar süren göç müddetince,

yolda birbirlerinin bu renklerden yapılan keyfiyeleri omuzlarda gören karındaşlar,

karşılaşmada  keyif verir.

Yörük Türkmenlerin birbirlerini

tanımaya vesile olan keyfiyeyi

bir kültür olarak asırlardır yaşar ve yaşatırlar Dağıtırlar

Ankara'lı Seymenlerin Başındaki Kefiyenin özelliği budur.

HALUK BALABAN