22 Eylül 2021 Çarşamba

SİNSİN OYUNU, TARİHÇESİ, NE ANLAM TAŞIDIĞI ve DOST DOST ATEŞİ HAKKINDA

Oyunun nasıl oynandığını anlatmadan önce, sin ve sinsin kelimelerinin ne anlama geldiğini, Türkler'in Ana vatanı, ilk yurdu Orta Asya da atalarımızın yaktığı bu ateşin neden yakıldığını, Sinsin'in oyun olarak ne zamandan beri oynandığı ve tarihçesi hakkında yaptığım bazı araştırmaları kaynaklarını belirterek, anlattıktan sonra oyunun nasıl oynandığına geçelim.

Sin:1-<<Ölü gömülen yer, gömüt, mezar, kabir, metfen, makber

"Sana ibret gerek ise / Gel göresin bu sinleri" - Yunus Emre.

2- Yaş .>> Ömür,hayat anlamında.

Sinsin:1- Geceleyin, ateş çevresinde, genç erkeklerin davul, zurna eşliğinde oynadıkları bir halk oyunu.

2. Bu oyunun müziği.>> Kaynak: (Türk Dil Kurumu Resmi İnternet Sitesi.)

Sin ve sinsin kelimelerinin ne anlama geldiğini öğrendikten sonra,şimdi de sinsin oyununu oynamak için yakılan ateşin, ne için yakıldığını öğrenmek için, geçmiş tarihimize doğru bir yolculuğa çıkalım.

<<Türk millî kültüründe Nevruz, aynı zamanda bir ‘yeniden doğuş’tur; ‘Ergenekon’dan Çıkış’tır. Ebulgazi Bahadır Han’ın ‘Türklerin Şeceresi’ isimli önemli eserinde ayrıntılı bir şekilde anlattığı Ergenekon Destanı, bu yeniden doğuşun destanıdır. Ergenekon’dan çıkışın tarihi de 21 Mart gününe denk gelmektedir. Bu nedenle Türkler, 21 Mart tarihinde hem yeni yılın gelişini, hem de yeniden doğuşu kutlamaktadırlar.

 Ana hatları ile Ergenekon Destanı şu şekildedir: Türk illerinde Gök-Türk oku ötmeyen, Gök-Türk kolu yetmeyen bir yer yoktur. Bütün kavimler birleşerek Gök-Türklerden öç almak için yürürler. Gök-Türk Kağanı İl-Kağan’ın çocukları çoktu. Savaşta hepsi öldüler. İl-Kağan’ın o yıl evlendirdiği küçük oğlu Kıyan (Kayan) ile yeğeni Negüş (Tukuz) kurtuldular. Bu ikisi eşleri ile birlikte sığındıkları yere Ergenekon adını verdiler.(M.S 100 yılları). Zamanla çoğalarak bu sığındıkları yere sığmaz oldular. Aradan dört yüz yıl geçti.Atalarının eski yurtlarını geri almak için çeşitli yollar aramaya başladılar. Fakat, dört tarafı dağlarla çevrilmiş olan Ergenekon’dan bir çıkış yolu bulmak zordu. Nihayet, demir madeni ile kaplı olan dağların zayıf bir noktasını tespit ederler. Buraya büyük ateşler yakarlar ve büyük körükler kurarlar. Demir dağları eritirler. Börteçine isimli bir Bozkurt’un önderliğinde Ergenekon’dan çıkarlar. Yeni bir başlangıç, yeniden bir doğuş demek olan bu tarihî gün 21 Mart’a tekabül etmektedir. Türklüğün yeniden doğuşunun, bağımsızlık ülküsünün sembolü olan Ergenekon’dan çıkış; ateşin yakılması, demirin eritilmesi ve Bozkurt’un yol göstermesi motifleriyle günümüzdeki Nevruz kutlamalarının da temelini oluşturmuştur. Nevruz ateşi Türkün bağımsızlık ateşini, örste demir dövülmesi Türkün çelikleşmiş iradesini ve nihayet Bozkurt da Türkün uyanıklığını, çevikliğini ve atikliğini temsil etmektedir. >>

Kaynak: (turkceci.wordpress.com.Türkçeci Günlüğü Türk’ün ‘Yenigün’ü: Ergenekon’dan Çıkış)

Bu bilgileri paylaştık ki sinsin ateşinin neden yandığını, bunun sadece davul zurna eşliğinde oynanan bir oyun olmadığını, ama zamanla ne için oynandığı, amacının ne olduğu unutularak, bir eğlence olarak görülmüştür. Artık zamanımızda da kaybolan değerlerimiz arasına girmiş bulunmaktadır.

 

<<Sin demek mezar demek. Sin kelimesinin diğer bir anlamıda, yaş, ömür, hayat demek. Yani doğmak ve yaşamak. İki tane sin birleşip Sinsin olduğunda, mezardan dirilmek, yaşamak, yeniden doğmak anlamında. Atalarımızın tuzağa düşürülüp neslinin bitme noktasına getirildiği savaşlarda, sağ kalanTürk hakanı İl Kağan'ın oğlu Kıyan ve yeğeni Tukuz'un eşleri ile birlikte sarp yollardan küçücük bir dar geçitten geçerek bir dağın içine girdiler, oraya da Ergenekon adını verip çoğaldılar. Dört yüz yıl gibi bir zaman geçince oraya sığmaz oldular. Ataları'nın dağa girdiği geçiti kaybettiler. Bir demircinin işaretiyle demir madeniyle sarılı dağın ince bir yerine ateş yakıp koyun postundan yetmiş körük yaparak, demir madenini eritip gün yüzüne çıktılar.

Bu çıkış günü 21 Mart günüdür, bütün Türkler'in öz bayramıdır. Ergenekon, Yeni gün, Nevruz gibi isimlerle kutlanmaktadır. 21 Mart Nevruz ateşi bunun için yakılır, Örste demirin dövülmesi de bu gün içindir. Atalarımız Ergenekon'dan gün yüzüne çıktıkları 21 mart günü'nü bayram olarak kutlamışlar. Bu kutlamalar da yakılan ateş etrafında, düşmana meydan okuyarak bu günü kutlamışlardır. O günden bu güne kadar da, bir gelenek olarak özellikle düğünlerimiz de sinsin ateşi yakılarak, sinsin oyunu oynanmıştır. Zamanla da kültürümüz ve geleneklerimiz değişimlere uğrayarak, sinsin'de aslından biraz uzaklaşıp sadece eğlence olarak algılanmıştır.  Eğlence olarak oynanırken bile günden güne oyunun kurallarında ihlâller oluşmuştur. Türklerin öz bayramı olan Nevruz ateşinden doğan bu ata geleneği sinsin'i gençlere öğretip yaşatmamız gerekir.

Sinsin bir çok manâlar ifade eder. Sinsin: Türk'ün mezar'dan dirilişi demektir. Sinsin: Ateş etrafında  dönerken düşmana meydan okumaktır. Sinsin: Gelen düşmana karşı kendini kollamaktır. Sinsin: Mertliğin, yiğitliğin, dostluğun, sevginin, kardeşliğin, ateş etrafında kenetlenmesidir. Sinsin: Türkün savaşa hazırlık oyunudur. Sinsin: Ateş etrafında yiğitçe dönerken, dizin toprağa vurulmasıyla, toprağa olan saygının ifadesidir. Toprakdan geldik, toprağa gideceğiz demektir. Eskiden sinsin oynanmadan yapılan bir düğün, törensiz bir düğün olarak sayılırdı. Düğün haricinde milli günlerde, asker uğurlamalarında da oynanabilir.>>

 Ankara Kültürü Araştırmacısı,  HALUK BALABAN.



18 Eylül 2021 Cumartesi

AHİ EVRAN

Ahî Evren'in hayatıyla ilgili son yıllarda yapılan araştırmalar, onun kişiliği üzerindeki sis perdelerini dağıtmış ve hayatı hakkında daha geniş bilgilere ulaşılmasını sağlamıştır.

Ahî Evren'in tam adı Şeyh Nasreddin Mahmut el-Hoyî'dir. Hoyî nispetinden de anlaşılacağı gibi, Ahî Evren aslen Azerî Türklerinden olup, Azerbaycan'ın Hoy kasabasındandır. Ahî Evren'in tahminî olarak Hicri 567 (Miladi 1175)'de Hoy'da doğduğu ve 93 yıl yaşadığı, büyük bir ihtimalle Türkmenlerin devrin Selçuklu sultanına karşı başlattıkları Kırşehir isyanında öldürüldüğü ifade edilmektedir.

Ahî Evren lakabı ile meşhur olan Şeyh Nasreddin Mahmut el Hoyî'nin çocukluğu ve ilk eğitim dönemi, memleketi olan Azerbaycan'da geçtikten sonra, Horasan'a giderek Fahrettin Razî'nin eğitim halkasına katılır ve ondan feyz alır. Fahrettin Razî'nin büyük kelâm âlimi olması, Şeyh Nasreddin Mahmud'un da eğitim halkasında Şer'i ilimleri öğrendiğini ortaya koymaktadır. İlk tasavvufî terbiyesini Horasan ve Maveraunnehir'de Yesevî dervişlerinden alır. Zaten adı geçen yerlerde Yesevî tarikatı yaygındır.

Horasan'daki tasavvufî düşünceden feyz alması ve onun Horasanlı oluşu, yetiştiği ortam dolayısıyla, düşüncesinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Daha sonra Hac seyahati için memleketinden ayrıldığı ve bu seyahat esnasında Şeyh Evhad'ud-Din Kirmanî ile tanıştığı ve ona murîd olduğu bilinmektedir.

Ahî Evren, şeyhi olan Evhad'ud-Din Kirmanî'nin kızı Fatma ile evlenerek aynı zamanda damadı olmuştur. Ahî Evren kayınpederi ve şeyhi olan Kirmanî ile beraber Abbasî Halifesi Nasır Lidinillah tarafından Anadolu'ya gönderilmiştir.

Anadolu'ya gelen Ahî Evren ilk önce Kayseri'ye yerleşmiş ve burada bir debbağlık atölyesi kurmuş, Şeyhi ile beraber Anadolu'nun şehir, kasaba ve köylerini dolaşarak Ahîlik anlayışının yayılmasına ve teşkilatlanmasına öncülük etmiştir.

Ahî Evren devrin Selçuklu sultanı I. Alaaddin Keykubat tarafından sevilmiş ve sultana yakın olmuştur. Bu devirde tarikat pirlerinin, siyasî faaliyetlere iştirak ettikleri, hatta bazen sultanların üzerlerindeki nüfûzlarının hissedildiği bilinen bir gerçektir.

Ahî Evren, Mürşidu'l-Kifaye ve Yezdân Şınaht isimli eserlerini Konya'da sultan Alaaddin Keykubad'a sunmuş ve onun isteği ile İbn Sîna'nın "Risale fi'n-Nefs'in Natıka" isimli eserini Farsça'ya çevirmiştir. Sultanın oğlu tarafından (II. Gıyaseddin) zehirlenerek öldürülmesinden sonra, Ahî Evren'in devrin sultanı ile münasebeti azalmıştır. Çünkü, devrin sultanı II. Gıyaseddin'e karşı komplo hazırlamakta olan sadrazam Sadettin Köpek tarafından kurulan bir teşkilata yardım etmekle suçlanan Ahî Evren ve birçok Ahî tutuklanarak, işkencelere maruz kalmışlardır. Aslında Ahîler II. Gıyaseddin'e karşı oldukları gibi, Ahî dostu olan Kemalettin Kamyar'ı öldürten Sadettin Köpek'e de karşı idiler.

II. Gıyaseddin'in ölümü üzerine yerine geçen oğlu II. İzzeddin Keykavus, babası zamanında tutuklanan Ahî ve Türkmenleri serbest bırakmıştır. Beş sene tutuklu kalan Ahî Evren de serbest bırakılmış ve Denizli'ye gitmesine müsaade edilmiştir. Menakıb-nâmelere göre burada bahçıvanlık yapmış, Denizli'de belirli bir müddet kaldıktan sonra yerine talebesi ve müridi olan Ahî Sinan'ı halife bırakarak Konya'ya dönmüştür.

Ahî Evren'in Konya'ya dönüşü özellikle Mevlevîler tarafından hoş karşılanmamış, Moğol yönetimini benimseyen Mevlevîlerle Ahîler arasında çekişmelerin yeniden şiddetlenmesine zemin oluşturmuştur. Mevlevîlerle Ahîlerin arasında cereyan eden çekişmenin bir diğer sebebi de; Türkmenlerin, devlet yönetiminde bulunan Fars unsuruna karşı çıkmaları ve yönetimi ele geçirme arzusundan kaynaklandığı ifade edilmektedir.

Mevlevîlerin Moğol yanlısı bir tavır takınmaları ve Ahîlerle olan çekişme ve mücadeleleri Mevlânâ'nın şeyhi Şems-i Tebrizî'nin öldürülmesine kadar devam etmiş, Şems-i Tebrizi'nin öldürülmesi üzerine Ahî Evren Hz. Mevlânâ'nın oğlu Ala'ud-Din Çelebi ile beraber Kırşehir'e gidip oraya yerleşmiştir.

Bir kısım Ahî ileri gelenleri de Moğol baskısının ulaşamadığı uçlara gitmişlerdir ki, bunlar ileride Osmanlı Beyliğinin kuruluşunda önemli rol oynayacaklardır.

Başta Ahî Evren olmak üzere bütün Ahî müritleri diğer Türkmenlerle birlikte putperest Moğol istilasına ve Moğol yönetimini benimseyenlere karşı direnmişlerdir. Özellikle Kayseri şehrinde olan Ahîler bu direnişlere öncülük etmişler, fakat ihanete uğramaları neticesinde kılıçtan geçirilmişlerdir. Ahî Evren'in o sırada tutuklu oluşu katliamdan kurtulmasını sağlamıştır.

II. İzzeddin Keykavus ile IV. Rukneddin Kılıçaslan arasında cereyan eden saltanat kavgası ve Moğolların Kılıçaslan'ı desteklemesi sonucu, Kılıçaslan tahta oturmuş, bunun üzerine II. İzzeddin Keykavus'u tutan Ahî ve Türkmen ileri gelenleri tekrar katliama tâbi tutulmuşlardır. Bu arada Kırşehir Emirliğine Nureddin Caca tayin edilmiştir.

Kırşehir'de ikâmet etmekte olan Ahî Evren ve diğer büyükler, bu tayine karşı çıkarlar ve ayaklanırlar. Ankara, Aksaray, Çankırı, Kastamonu ve Uçlarda isyanlar başlar ve en büyük isyan ve direniş Kırşehir'de olur. Kırşehir üzerine asker sevk edilir ve isyan edenler kılıçtan geçirilir. Bu isyanda Ahî Evren ve Mevlâna'nın oğlu Alaaddin Çelebi de muhtemelen öldürülmüşlerdir. 1261 yılına rastlayan bu hadise ile Ahî Evren'in hayatı son bulmuş, fakat fikirleri uzun yıllar varlığını korumuştur. Ahîlik anlayışı Osmanlı'nın sosyal hayatı vasıtasıyla günümüze kadar ulaşmıştır.

HALUK BALABAN  Arşiv.

 

 

 



AHİLER.

Ahilik Anadolu’dan Orta Asya ülkelerine ve İran’a kadar uzanan topraklarda daha çok esnaf ve sanat erbabını bir çatı altında toplayan ve oralara her türlü desteği veren bir teşkilatın adıdır.

Ahilik teşkilatının yapısında İslam’ın ruhunu yansıtan ana unsurları görmek mümkündür. Zira bu sistem, müslümanların inanç ve düşünce sistemiyle yoğrulmuş ve ihtiyaca göre kurulmuştur. Ahilik, “uhuvvet” (kardeşlik)’le çok yakın ilişkisi olması sebebiyle, İslam dünyasında kabul görmüş ve kolaylıkla yayılmıştır.

Teşkilatın kurucusu olan Ahi Evran’ın asıl adı Şeyh Mahmud Nâsıruddîn olup, İran’ın Hoy şehrinde dünyaya gelmiştir. Anadolu’daki bütün sanatların pîri olarak kabul edilmektedir ve kendisi daha çok dericilik sanatı ile uğraşmıştır. Anadolu’ya geldiğinde Kayseri, Denizli ve Konya yörelerinde belli bir zaman kaldıktan sonra Kırşehir’e gelmiş, orada Ahilik teşkilatının kurulmasını sağlayarak, 93 yaşında iken aynı yerde vefat etmiştir.

Ahilik teşkilatına girecek olan kişi önce şerbet içerek, sonra peştamal kuşanıp şalvar giyerek teşkilatın mensubu olabilmektedir.

Ahilik teşkilatının, Anadolu’nun birlik ve beraberliğinde, sosyal ve kültürel yapısında ve eğitiminde önemli rolü vardır. Teşkilata bağlı kurumda eğitim gören öğrencilere “çırak” denirdi ve çıraklar sadece mesleki yönden değil, manevi yönden de iyi bir şekilde yetiştirilmekteydiler. Ustalar ise hem bir eğitim, hem de çırağın ahlaklı, dürüst, çalışkan ve dinine bağlı bir insan olarak yetişmesinden sorumluydular. Ahiler bu şekilde tasavvufi bir eğitim sürecinden geçerek manevi alanda olgunlaştırılırken, bir taraftan da esnaflık mesleğinin düsturlarını öğrenerek kaliteli bir sanat erbabı olma vasfına erişiyorlardı.

Ahiyân-ı Rum, yani Anadolu Ahileri aralarına katılmak isteyen ahbaplarına önce referanslarını sorarlarmış. Yani kimden eğitim aldıklarını.. Daha sonra yol töresince sınava çekilirlermiş. İşte bir sınav ve örnek iki soru:

- De bakalım, ahiliğin açığı kaçtır?

- Dörttür.

- Say gelsin!

- Eli, yüzü, gönlü, sofrası...

- Kapalısı kaçtır?

- Üçtür.

- Say gelsin!

- Gözü, beli, dili.

- Gözü kapalılıktan murat nedir?

- Kimsenin suçunu, ayıbını görmemektir.

HALUK BALABAN



4 Eylül 2021 Cumartesi

 

SİVAS KONGRESİNDE HACETTEPELİ BİR DELEGE,
ÖMER MÜMTAZ TAMBİ.
HACETTEPE HACI MUSA MAHALLESİ ESKİ YOL SOKAKTA MUKİM MÜFTÜ RIFAT BÖREKÇİ HOCANIN KAPI KOMŞUSU VE DELEGE SEÇİMİNDE DESTEKÇİSİ.
Hukukçu, avukat, siyaset adamı, milletvekili (1859, Kafkasya 1859 – Ö. 1925). Asıl mesleği avukatlıktır. 1859 yılında Kafkasya'da Adıge yöresinde doğdu. Tanbiy Hacı İsmail Bey'in oğludur. Büyük Çerkes sürgününde ailesiyle birlikte Osmanlı topraklarına göç ettikten sonra rüştiye (ortaokul) eğitimi gördü. İdari görevlerde bulundu. Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin üçüncü devresinde Ankara milletvekili olarak görev yaptı (1914 -1918).
Mondros Silah Bırakışması ve Yunanlıların İzmir'e çıkması üzerine Anadolu ihtilali saflarında yer aldı. Sivas Kongresi'nde Heyet-i Temsiliye'ye üye seçildi. Hemşehrileri Kunduh Bekir Sami, Aşharuva Rauf (Orbay), Hakkı Behiç Beylerle birlikte bu ihtilal kurulunun en aktif üyelerinden biriydi. Son Osmanlı Mebuslar Meclisi'ne de Ankara'dan milletvekili seçildi. Meclisteki Kuvay-ı Milliye'yi destekleyen milletvekillerince "Felah-ı Vatan" grubu içinde yer aldı. İstanbul'un işgali ve meclisin dağılması üzerine Anadolu'ya geçerek Ankara'da toplanan TBMM'ne katıldı. 1.ve 2. dönemlerde Ankara milletvekili olarak görev yaptı (1920 - 1927). 1925 yılında öldü.
HALUK BALABAN.
KAYNAK: Milliyet Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (17. cilt, 1986), Ömer Mümtaz Bey (Tanbiy) (kafkasevi.com, 7.12.2015).
RUHU ŞAD OLSUN.
Sen, Doğan Volkan, Emel Koç ve 132 diğer kişi
11 Yorum
12 Paylaşım
Beğen
Yorum Yap
Paylaş