26 Ocak 2023 Perşembe

 Ankara'da semt isimleri... ( Ankara’lıların Bildiği ve Anlatılanlara Göre )

Mamak'a bağlı Saimekadın Mahallesi'nin isminin 1402'de Çubuk Ovası'nda yapılan Ankara Savaşı'nda Osmanlı ordusuna yardım eden bir kadından geldiği biliniyor.
Kaynaklarda, Osmanlı askerine yardım eden Saime Kadın'ın isminin oturduğu bölgeyle anılmaya başladığı ifade ediliyor. Bir başka kaynakta ise Hacı Bayram Veli'nin soyundan gelen ve bölgede bahçeleri bulunan ''Saime Hatun''un semte adını verdiği belirtiliyor.
Halk arasında anlatılan başka bir hikaye de şöyle:
''Saime kadınla alışverişte bulunan biri aldığının karşılığını getirip vermiş. Saime kadın eline tutuşturulan bir tomar parayı saymaya başlayınca parayı veren eksiksiz olarak ödemede bulunduğunu anlatmak üzere, 'sayma kadın, sayma kadın' diye uyarmış. Böylece kadının adı 'sayma'dan türeyerek Saime olmuş ve bölgenin ismi de böyle anılmaya başlanmış.''
Hacı Bayram Veli'nin doğup büyüdüğü yer olarak bilinen Solfasol semtinin gerçek adının zülfazıl (faziletli, erdem sahibi kişi) olduğu çeşitli kaynaklarda yer alıyor.
Ankara'nın gözde mekanlardan Balgat'ın isminin öyküsü ise şöyle:
''Kat/gat'' kelimesinin öz Türkçe'de şehir anlamına geldiği ve Balgat'ın ''balşehir'' olduğu kaynaklarda yer alıyor.
Balgat ismiyle ilgili halk arasındaki yaygın inanış ise şöyle:
''Mustafa Kemal Atatürk'ün yolu bir zamanlar şehrin dışında kalan Balgat köyüne düşer. Köyde soluklandığı evde çay içmek isteyen isteyen Atatürk'e gelen çayda şeker yoktur. Atatürk, 'Şeker yok mu?' diye sorunca oradakiler de Ankara şivesiyle ''Şeker yok amma bal var, bal gat Atam, bal gat'' der. Atatürk de bunun üzerine bölgenin ismini 'Balgat' koyar.''
Cebeci kelimesinin sözlük anlamı, Osmanlı'nın yeniçeri ordusunda silah yapan ve bakımıyla görevlendirilen, savaşta silah ve cephaneyi orduya ulaştıran yaya kapıkulu ocaklarından bir sınıf askerdir. Osmanlı dönemindeki Cebeci kışlalarının bugünkü Cebeci semtinde kurulmasından dolayı bölgenin ismi de buradan geliyor.
Dikmen sözlüklerde koni biçimindeki tepe, dikilerek oluşturulan ağaçlık, dik arazide orman olarak belirtilir. Ankara'nın yüksek tepelerinden biri olan Dikmen'in artık koni biçimli olup olmadığı anlaşılmamaktadır ancak semtin tepe sırtlarında kara çam ormanı bulunmasından dolayı bölgeye bu isim verilmiştir.
Eskiden yoğun olarak görülen Rumlara Ayrancı denilmesinden dolayı bu bölgenin isminin Ayrancı olduğu söylenir.
Ankara'nın su ihtiyacının karşılanması amacıyla Hatip Çayı üzerine bent kurulması, bu bölgenin Bentderesi olarak anılmasına neden olmuştur.
Giysi ve çamaşır dikilen iş yeri, terzi bulunan bölgeye Dikimevi denilmiştir.
Başlangıçta 40 hane bulunan semt, Kırkkonaklar adıyla anılmıştır.
Dışkapı semti, Ankara'nın giriş ve çıkış kapısı olarak nitelendirildiği için bu ismi almıştır.
Bugün büyük bir alışveriş merkezi ve metro istasyonunun bulunduğu Akköprü semti, adını Çubuk Çayı, İncesu Deresi ve Hatip Çayı'nın birleştiği noktada 1222'de Selçuklu Komutanı Alaaddin Keykubat tarafından yaptırılmış, 3'ü büyük toplam 7 kemerli köprüden almıştır.
Yapılaşmaya 1980'li yıllarda başlanan Yüzüncü Yıl Mahallesi'ne, 1981'de Atatürk'ün doğumunun 100. yılı kutlamalarında Yüzüncü Yıl adı verilmiştir.
-Günümüze kadar değişen semt isimleri-
Esenboğa kelimesi aslında bir şahıs ismidir. Ankara Savaşı'nda başarı gösteren Timur'un generallerinden İsen Buga'nın (mutlu, kutlu, güzel, iyi ve sağlıklı öküz) ismi zaman içerisinde Esenboğa olarak günümüze gelmiştir.
Evliyalar semti olarak nitelendirilen Bağlum, 1530'da Anadolu vilayetinin Ankara kazasına bağlı bir köy olup Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün yayınladığı 438 numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri (937-1530) isimli eserin 354. sayfasında katip hatası olarak ''Yavlum'' diye kaydedilmiştir. Ancak daha sonraki yıllarda ''Bavlum'' olarak değiştirmiştir.
Haymana sözcüğünün anlamı, başıboş hayvanların salındığı çayırlık, halk ağzında ise tembel demektir. Bir de ''Haymana beygiri gibi dolaşmak'' yani ''işsiz, güçsüz dolaşmak'' deyimi vardır. Çayıra salınan hayvanlar, ovanın bu adla anılmasına yol açmıştır.
Halk arasında anlatılan öykü ise şöyle: ''Mana'' ismindeki kızının burada intihar etmesine üzülen Timur Sultanı'nın acı acı ''Hey Mana, Hey Mana!'' diye bağırması üzerine bölgedekiler artık bu semte ''Heymana'' derler. Başka bir rivayete görede Osmanlının Kurucusu osman Beyin Ninesi Hayme sultanın Burada şifası bol Kapılca sularında şifa bulması üzerine bu Güzel beldeye HAYMANA adı verilmiş dir.
Telsizler bölgesindeki Türk Telekom Kültür Merkezi olarak kullanılan yapılar, 1928'de telsiz istasyonu olarak yapılmış ve 1951'e kadar Ankara Telsiz İrsal İstasyonu olarak hizmet vermiştir. Çok sayıda telsiz direği olmasından dolayı semte Telsizler adını vermiştir.
Gökçegöl olarak da anılan Mogan Gölü'nün adı söylentiye göre, tarikat önderi anlamına gelen ''Mugan''dan gelmiş ve zamanla Mogan'a dönüşmüştür.
Demirlibahçe Ankara’nın ünlü Valilerinden ve Ankara’da en uzun Valilik yapan Abidinpaşa’nın oğlu Adem’i Ankara Şehremini Hacı Süleyman Beyin Hatip çayı kenarındaki etrafı Demirlerle Çevrili Bahçesinde Bir Hafta süren düğünle evlendirmesi ve Bu Bahçenin ünlenmesi ile Bölgenin adınında Demirlibahçe olarak Tanınmasına sebep olmuştur.
Ankara’nın Yukarda yazdığımız semt ve belde adları Bazıları rivayet olsa da Çoğu Tarihi belge ve bilgilere dayanmaktadır.
HALUK BALABAN.
Not ; Ankara'nın Tarihte Bilinen Bir çok semt ve Belde adlarının Halkımızın Anlatım ve Bilgilerine göre bir kısımını yazabildim ilerde Osmanlıdan bu yana Bir çok semt ve Belde adlarınıda yakında yazacağım.
Bir açık hava ve kale görseli olabilir

23 Ocak 2023 Pazartesi

ATATÜRK VE SEYMEN ALAYI KİTABI YAZARI .KAĞNI KOLU KOMUTANI ANKARA KULÜBÜNÜN KURULMASINA SEBEP OLAN FAKAT 1952 YILINA KADAR DERNEĞE ÜYE YAPILMAYAN TARİHİÇİ YAZAR RAHMETLİ ENVER BEHNAN ŞAPOLYA ve KAĞNI KOMUTANLIĞI ÖYKÜSÜ.
- KAĞNI KOMUTANLIĞI
Kurtuluş mucizesini anlayabilmek için, kağnıların katkısını görmek, Kağnı Komutanlığı kavramını bilmek gerekir.
Memlekette yol yoktu. İstanbul - Ankara arasındaki demiryolununda , Eskişehir 'in doğusunda küçük bir bölümü eldeydi. Vatanın milli irade altında kalan kesiminde tek bir fabrika yoktu. Doğu cephesinden Batı cephesine gönderilecek bir cephane sandığı 1200 km yol katetmek durumundaydı. İnebolu'dan Ankara'ya bir haftada ulaşılabiliyordu. Bu yoldan Ankara'ya kağnı ile gidip dönmek , bir ay sürüyordu. Birkaç yüz kilo yük taşıyabilen bir kağnının hayvanları ve onu sürenlerin bu sürede neredeyse bir kağnı yiyeceğe ihtiyaçları vardı. Ama Anadolu açtı.
Bozkırı arkasına almış , yolsuz, vasıtasız, ancak sırtta taşınan cephaneler ve kağnıların ulaştırdığı malzeme ile ikmal yapmaya çalışan bir ordu, belkide bir daha görülmeyecekti.
Batı Cephesi 'nde Kurmay Subay olarak görev yapan Cevdet Kerim İncedayı, kağnılar konusunda şöyle sözetmektedir:
"..... Bize tahsis edilen bölgede 300 kağnı vardı. Muharebe sırasında, ivedi düzenleme için önceden bir deneme çağrısı yaptık. 24 saat içinde 250 kağnı gelmişti. Bazıları öküzleri olmadığı için kanılarına inek koşmuşlardı. Kağnıları getirenlerin bir kısmı çocuk ve ihtiyarlar, çoğu da kadınlardı. Kağnıları denetleyen Tümen komutanı, hayvanlarının başında dizilen kadınlara, bu zahmetli işte çok yorulacaklarını, dayanamayacaklarını belirterek, erkeklerinin niçin gelmediklerini sordu. Kadınların cevabı ;
- ' Erkeklerimiz askerliktedir. Emrinize biz geldik. Böyle bir günde bize bu kadarcık iş düşmesin mi? '
Oysa bu kadınların çoğu, harap olmuş köylerinde çocuklarını komşularına emanet etmişlerdi. Nitekim muharebe başlayınca bu kağnılar ve süren kadınlar uzun süre birliklerle geldiler.
Cephede bu gayret devam ederken, gerilerde, İnebolu - Ankara yollarında da bu halk, sırtlarında cephane taşıyordu. "
İstiklâl savaşını bu yokluklar içerisinde yürüten Atatürk, yalnız değildi. Binlerce, yüz binlerce adsız kahraman vardı. Bu adsızlar ya savaşkan birer erdiler ya muharebelerin sıkıntılarına alın terleri ve göz yaşları ile katılmış, yarı aç yarı tok, lime lime kıyafetli analar, gelinler, kızlar, çocuklar ve yaşlılardı. Hep birbirlerine sokularak, birbirlerini kendilerine siper eden, önlerindeki hayal meyal kağnıları, böğürleri birbirine geçmiş öküzleri, inekleri ve ellerinde övendirelerle uçsuz bucaksız bir kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar ordusu...
İşte asıl Kuva-yı Milliye buydu!..
Batı Cephesi 'nin silah ve cephane ihtiyacının bir kısmı İstanbul' dan gemilerle ve kayıklarla, bir kısmı develerle, bir kısmı Diyarbakır ve Sivas 'tan kağnılarla getirilmişti.
Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul' dan kaçırılan ve Rusya 'dan alınan silah ve cephane, üç eski gemi Alemdar, Preveze ve Aydın Reis ile İnebolu ve Samsun limanlarına taşınmış, buradan cepheye gönderilmişti. Bu sevkiyatı daha çok İnebolu, Kastamonu ve Çankırı yöresi kadınları gerçekleştirmiştir.
Cephe gerisinden cepheye yiyecek, giyecek, malzeme, silah ve cephane taşıma işinde görev alan kadınlara, çocuklara ve yaşlılara yol gösterecek kişilere " kağnı komutanı " denilmişti.
Kurtuluş Savaşı 'nın kağnı komutanlarından biri olan Enver Behnan Şapolya, yıllar sonra bu görevini anlatırken ;
" Milli Mücadele' nin ilk günlerinde bana milli bir görev verilmişti, kağnı komutanlığı...
O acı ve yoksul günlerde ordumuzun cephe gerisi hizmetleri üç türlü araçla sağlanmaktaydı. Bunlar deve kolları, katır kolları ve kağnı kollarıydı. Çünkü o zamanlar ordumuzun elinde hiçbir motorize kuvvet yoktu. Cepheye silah ve yiyecek bu taşıma kollarıyla sağlanmaktaydı. "
demektedir.
Amerikalı yazar Ann Bridge, İnebolu - Ankara arasındaki silah ve cephane taşıma çalışmalarından sözederken ;
" ...... Sonsuz bir insan seli birbirinden bir buçuk metre aralıklarla ve tek sıra halinde akıyordu. İnsanlar, taşıdıkları tüfek demetleri, cephane kutuları ve top mermilerinin ağırlığı altında öne doğru eğilmişlerdi. Şaşırtıcı olan, bu insanların dörtte üçünden fazlası kadınlardı.Kadınların bazıları sırtlarına sarılı yükle beraber, kucaklarında emzikli bebeklerini taşıyorlar, bazılarının ise arkasında yürüyen iki üç küçük çocuk vardı. Böylece bir gece önce İstanbul 'dan kaçak olarak gemi ile gelen askeri malzeme Küre dağlarını aşıyordu. Düzenli, kesintisiz ve yavaş bir şekilde yukarılara, daha yukarılara tırmanılıyordu. Genellikle sessizlik içinde dik tırmanış ve ağır yük nedeniyle, derin solumalarla yürüyorlardı. "
demektedir.
Kaynak :
- Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt II, syf 463, 466
- Sinan Meydan, Bütün Dünya Dergisi, Başkent Üniversitesi Kültür Yayını, sayı 2013 /10, syf 17 – 2
- Ankara külübünün 1952 yılında yayınladığı seri dergiden.
HALUK BALABAN arşiv.
Not ; Enver Behnan Şapolya Hoca Ankaramıza 1920 yılı sonunda gelmiş ve ATATÜRK VE SEYMEN ALAYI kitabını 27 aralık 1919 yılını yaşayan Ankaralıların anlattıkları ve yaşayan seymenlerle yaptığı mülakat sonunda kaleme almıştır. bu çok önemli konuları ayrı bir makalemde yazacağım.
HALUK BALABAN.

19 Ocak 2023 Perşembe

 TÜRKLER DE RENKLER VE YÖNLER.

Türkler de eskiden beri beş ana rengi esası olarak gördü ve bunların her birini bir yöne verdi. Merkezi altın rengi sarı, doğu; yeşil veya gök, batı; ak, güney; kızıl, kuzey; kara renkleriyle ifade edildi.
Türk Kültürünü Hangi Renkler Anlatır?
Türk milletini en iyi hangi renk anlatır? Sonsuzluğun, yüceliğin, ötelerin rengi gök MAVİ‘si mi? Nevruzda baharın boz çıplakları giydirdiği YEŞİL mi? Dervişin derdini dinleyen çiçeğin SARI’sı mı? Yedi iklimi kuşatan sancakların KIZIL ve BEYAZ rengi mi? Yoksa, düğünlerde salınan boncuklu gelinlerin AL rengi mi?
Çağlar boyunca atlı göçebe bir hayat süren ve tabiatla iç içe yaşayan Türk insanı toprağın, yeşil, boz ve sarı renginden, gökyüzünün mavisinden, atların, kımızın ve ateşin renginden payına düşeni almıştır. Bozkırın bazen esneyen bazen hızla akıp giden mevsimlerinde tabiat, günlük hayatını ayinlerin (=dinsel tören), savaşların, bayramların ve kutlamaların rengine can üflemiştir.
Türklerin renk dünyası özellikle göçebe hayatın beslediği Sözlü Edebiyat‘ta yoğun olarak işlenmiştir. Geleneklerden örf ve adetlere, giyim kuşamdan; yeme içme alışkanlıklarına kadar pek çok kültürel malzemeyle örülen destanlar renklerin çağrıştırdığı anlamlar hakkında önemli bilgiler verir.
Tarih boyuca dilden dile, anlatıcıdan anlatıcıya aktarılan Dede Korkut Hikayeleri‘nde renkler günümüze kadar uzanan gelenekler ve inançlarla ilgili özel anlamlar taşır. Bu hikayelerin hâkim renkleri ak, kara, kızıl, boz, gök ve sarıdır.
Eski kültürlerin bir çoğunda dünyanın dört bölüme ayrılması ve bu yönlerin renklere göre düzenlenmesi fikri vardı.
Türkler de eskiden beri beş ana rengi esası olarak gördü ve bunların her birini bir yöne verdi. Merkezi altın rengi sarı, doğu; yeşil veya gök, batı; ak, güney; kızıl, kuzey; kara renkleriyle ifade edildi. Bu renkler aynı zamanda soğuğu ve sıcağı da belirtiyordu. Kara, kuzeyle yönü ifade ettiği gibi “guz” (güneşsiz, gölgeli) yerleri, soğuğu da gösterir. Kızıl renk ise ateşin rengidir ve sıcağı da belirler.
Türk Mitolojisinde Renkler ve Yönler
Türklerin renklerle yönleri belirlemesinin yanında bu anlayışa uygun olarak bir takım uygulamaları da görünmektedir. Yapmış oldukları savaşlarda atları bu yön ve renk anlayışına göre dizdikleri dikkat çekmektedir. Örneğin; Asya Hun Ordusu, Çin Ordusunu M.Ö 203 yılında Pe-teng kalesi çevresinde 400 bin atlıdan oluşan ordusuyla kuşatmıştır. Bu kuşatma esnasında ” kuzeyde yağız (=kara) atlılar, batıda ak atlılar, güneyde doru atlılar, doğuda kır atlılar, bulunuyordu.” Atların bu şekilde dizilişleri Türklerde yönlerin renklerle temsiline uygunluk gösteriyordu. Çünkü Türklerde yukarıda da belirttiğimiz üzere batı ak, doğu gök, kuzey siyah ve güney kırmızı renklerle sembolize ediliyordu. Bu anlayışa uygun olarak atların bu renklere en yakın tonda olanları ilgili yönde olanları ilgili yönlere dizilmişti. Daha da önemlisi yön ve renklere göre dizilen atlar ve atlılar karışıklığı önlemek, uygulanacak taktikleri başarmak açısından da önem taşıyordu.
TÜRKLERDE KARA.
Türk Kültürünü Hangi Renkler Anlatır?
Türk milletini en iyi hangi renk anlatır? Sonsuzluğun, yüceliğin, ötelerin rengi gök MAVİ‘si mi? Nevruzda baharın boz çıplakları giydirdiği YEŞİL mi? Dervişin derdini dinleyen çiçeğin SARI’sı mı? Yedi iklimi kuşatan sancakların KIZIL ve BEYAZ rengi mi? Yoksa, düğünlerde salınan boncuklu gelinlerin AL rengi mi?
Çağlar boyunca atlı göçebe bir hayat süren ve tabiatla iç içe yaşayan Türk insanı toprağın, yeşil, boz ve sarı renginden, gökyüzünün mavisinden, atların, kımızın ve ateşin renginden payına düşeni almıştır. Bozkırın bazen esneyen bazen hızla akıp giden mevsimlerinde tabiat, günlük hayatını ayinlerin (=dinsel tören), savaşların, bayramların ve kutlamaların rengine can üflemiştir.
Türklerin renk dünyası özellikle göçebe hayatın beslediği Sözlü Edebiyat‘ta yoğun olarak işlenmiştir. Geleneklerden örf ve adetlere, giyim kuşamdan; yeme içme alışkanlıklarına kadar pek çok kültürel malzemeyle örülen destanlar renklerin çağrıştırdığı anlamlar hakkında önemli bilgiler verir.
Tarih boyunca dilden dile, anlatıcıdan anlatıcıya aktarılan Dede Korkut Hikayeleri‘nde renkler günümüze kadar uzanan gelenekler ve inançlarla ilgili özel anlamlar taşır. Bu hikayelerin hâkim renkleri ak, kara, kızıl, boz, gök ve sarıdır.
Eski kültürlerin bir çoğunda dünyanın dört bölüme ayrılması ve bu yönlerin renklere göre düzenlenmesi fikri vardı.
Türkler de eskiden beri beş ana rengi esası olarak gördü ve bunların her birini bir yöne verdi. Merkezi altın rengi sarı, doğu; yeşil veya gök, batı; ak, güney; kızıl, kuzey; kara renkleriyle ifade edildi. Bu renkler aynı zamanda soğuğu ve sıcağı da belirtiyordu. Kara, kuzeyle yönü ifade ettiği gibi “guz” (güneşsiz, gölgeli) yerleri, soğuğu da gösterir. Kızıl renk ise ateşin rengidir ve sıcağı da belirler.
Türk Mitolojisinde Renkler ve Yönler
Türklerin renklerle yönleri belirlemesinin yanında bu anlayışa uygun olarak bir takım uygulamaları da görünmektedir. Yapmış oldukları savaşlarda atları bu yön ve renk anlayışına göre dizdikleri dikkat çekmektedir. Örneğin; Asya Hun Ordusu, Çin Ordusunu M.Ö 203 yılında Pe-teng kalesi çevresinde 400 bin atlıdan oluşan ordusuyla kuşatmıştır. Bu kuşatma esnasında ” kuzeyde yağız (=kara) atlılar, batıda ak atlılar, güneyde doru atlılar, doğuda kır atlılar, bulunuyordu.” Atların bu şekilde dizilişleri Türklerde yönlerin renklerle temsiline uygunluk gösteriyordu. Çünkü Türklerde yukarıda da belirttiğimiz üzere batı ak, doğu gök, kuzey siyah ve güney kırmızı renklerle sembolize ediliyordu. Bu anlayışa uygun olarak atların bu renklere en yakın tonda olanları ilgili yönde olanları ilgili yönlere dizilmişti. Daha da önemlisi yön ve renklere göre dizilen atlar ve atlılar karışıklığı önlemek, uygulanacak taktikleri başarmak açısından da önem taşıyordu.
Yön Bildiren Renkler
Türklerin geniş coğrafyalara yayılmaları ile birlikte yönlerin renklerle ilintilendirildiği, anlayışlarının devam ettiği görülmektedir. Onların denizlere verdiği isimler de bu çerçevede değerlendirilebilir. Türkiye’nin kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Kızıldeniz, batısında Akdeniz ve doğusunda Gökçe Göl yer almaktadır. Bu isimler geleneğe uygun olarak verilmiş ve Türk kültür çevresinde yerlerini almışlardır. Anadolu’nun doğusunda bulunan Gökçe Göl, Dede Korkut destanlarında hep Gökçe Deniz olarak söz edilmektedir.
Türk kültüründe renklerin asıl anlamı ve kullanımı dışında farklı anlam ve kullanımları da vardır.
KARA MI?
Eski Türklerdeki Şaman inancına göre yeraltı tanrısı Erlik, bütün felâketlerin, kıtlıkların, hastalıkların sebebidir ve kara renkle adlandırılmıştır.
Çok farklı manalarda çok fazla kullanılan ve bütün Türk Lehçelerinde geçen bir renktir. Kara rengi ve kelimesi Devlet Teşkilatı’nda, adlarda, yas durumlarında, hastalık tanımlamalarında, yön ve coğrafya tasvirlerinde, onursuzluk, utanç ve itaatsizlik manalarında, kötü ruhların ifadesinde, bahtsızlık ve kader rengi olarak yoksulluk manasında, düşmanca kötü tutum ve kötü niyetli davranışların ifadesinde, hayvan ve bitki adlarının belirtilmesinde sıkça kullanılır.
Kara, “kara kaş, kara göz” gibi olumlu kullanımlar yanında “kara haber, kara cahil, kara kış, kara yer” gibi olumsuzluk anlamları da taşır. Kara, Orhun Yazıtları’nda yağız olarak belirtilmekte ve “üstte mavi gök, altta yağız yer” şeklinde geçmektedir. Dolayısıyla kara toprak olarak ortaya çıkmaktadır.
Kara yani siyah diğer toplumlarda olduğu gibi, Türkler arasında da mâtem âlameti olarak kullanıldı. Orhun Kitabeleri‘nde olsun, Dede Korkut’ta olsun, kara renk bir yas, bir acının karşılığıdır. Bu yüzden facialar ve ölümler sonrasında karalar giymek, ağıt yakmak gibi yas âdetleri bütün Türk coğrafyalarının geleneksel kültüründe yaşar. Dede Korkut’ta da yas evinden söz edilirken, “Karalı göklü otag” (karalı yeşilli çadır veya ev) deniliyordu.
Türkçemizde bugün bile kullandığımız “kara haber”, “kara ölüm”, “ölüm bir kara devedir, her kapıya çöker” vb. Kullanışlar yüzyılların ötesinden günümüze aktarılan sözlü kültür ürünlerindendir.
Türk Kültürünü Hangi Renkler Anlatır?
Türk milletini en iyi hangi renk anlatır? Sonsuzluğun, yüceliğin, ötelerin rengi gök MAVİ‘si mi? Nevruzda baharın boz çıplakları giydirdiği YEŞİL mi? Dervişin derdini dinleyen çiçeğin SARI’sı mı? Yedi iklimi kuşatan sancakların KIZIL ve BEYAZ rengi mi? Yoksa, düğünlerde salınan boncuklu gelinlerin AL rengi mi?
Çağlar boyunca atlı göçebe bir hayat süren ve tabiatla iç içe yaşayan Türk insanı toprağın, yeşil, boz ve sarı renginden, gökyüzünün mavisinden, atların, kımızın ve ateşin renginden payına düşeni almıştır. Bozkırın bazen esneyen bazen hızla akıp giden mevsimlerinde tabiat, günlük hayatını ayinlerin (=dinsel tören), savaşların, bayramların ve kutlamaların rengine can üflemiştir.
Türklerin renk dünyası özellikle göçebe hayatın beslediği Sözlü Edebiyat‘ta yoğun olarak işlenmiştir. Geleneklerden örf ve adetlere, giyim kuşamdan; yeme içme alışkanlıklarına kadar pek çok kültürel malzemeyle örülen destanlar renklerin çağrıştırdığı anlamlar hakkında önemli bilgiler verir.
Tarih boyunca dilden dile, anlatıcıdan anlatıcıya aktarılan Dede Korkut Hikayeleri‘nde renkler günümüze kadar uzanan gelenekler ve inançlarla ilgili özel anlamlar taşır. Bu hikayelerin hâkim renkleri ak, kara, kızıl, boz, gök ve sarıdır.
Eski kültürlerin bir çoğunda dünyanın dört bölüme ayrılması ve bu yönlerin renklere göre düzenlenmesi fikri vardı.
Türklerde de eskiden beri beş ana rengi esası olarak gördü ve bunların her birini bir yöne verdi. Merkezi altın rengi sarı, doğu; yeşil veya gök, batı; ak, güney; kızıl, kuzey; kara renkleriyle ifade edildi. Bu renkler aynı zamanda soğuğu ve sıcağı da belirtiyordu. Kara, kuzeyle yönü ifade ettiği gibi “guz” (güneşsiz, gölgeli) yerleri, soğuğu da gösterir. Kızıl renk ise ateşin rengidir ve sıcağı da belirler.
Türk Mitolojisinde Renkler ve Yönler
Türklerin renklerle yönleri belirlemesinin yanında bu anlayışa uygun olarak bir takım uygulamaları da görünmektedir. Yapmış oldukları savaşlarda atları bu yön ve renk anlayışına göre dizdikleri dikkat çekmektedir. Örneğin; Asya Hun Ordusu, Çin Ordusunu M.Ö 203 yılında Pe-teng kalesi çevresinde 400 bin atlıdan oluşan ordusuyla kuşatmıştır. Bu kuşatma esnasında ” kuzeyde yağız (=kara) atlılar, batıda ak atlılar, güneyde doru atlılar, doğuda kır atlılar, bulunuyordu.” Atların bu şekilde dizilişleri Türklerde yönlerin renklerle temsiline uygunluk gösteriyordu. Çünkü Türklerde yukarıda da belirttiğimiz üzere batı ak, doğu gök, kuzey siyah ve güney kırmızı renklerle sembolize ediliyordu. Bu anlayışa uygun olarak atların bu renklere en yakın tonda olanları ilgili yönde olanları ilgili yönlere dizilmişti. Daha da önemlisi yön ve renklere göre dizilen atlar ve atlılar karışıklığı önlemek, uygulanacak taktikleri başarmak açısından da önem taşıyordu.
Yön Bildiren Renkler
Türklerin geniş coğrafyalara yayılmaları ile birlikte yönlerin renklerle ilintilendirildiği, anlayışlarının devam ettiği görülmektedir. Onların denizlere verdiği isimler de bu çerçevede değerlendirilebilir. Türkiye’nin kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Kızıldeniz, batısında Akdeniz ve doğusunda Gökçe Göl yer almaktadır. Bu isimler geleneğe uygun olarak verilmiş ve Türk kültür çevresinde yerlerini almışlardır. Anadolu’nun doğusunda bulunan Gökçe Göl, Dede Korkut destanlarında hep Gökçe Deniz olarak söz edilmektedir.
Türk kültüründe renklerin asıl anlamı ve kullanımı dışında farklı anlam ve kullanımları da vardır.
KARA MI?
Eski Türklerdeki Şaman inancına göre yeraltı tanrısı Erlik, bütün felâketlerin, kıtlıkların, hastalıkların sebebidir ve kara renkle adlandırılmıştır.
Çok farklı manalarda çok fazla kullanılan ve bütün Türk Lehçelerinde geçen bir renktir. Kara rengi ve kelimesi Devlet Teşkilatı’nda, adlarda, yas durumlarında, hastalık tanımlamalarında, yön ve coğrafya tasvirlerinde, onursuzluk, utanç ve itaatsizlik manalarında, kötü ruhların ifadesinde, bahtsızlık ve kader rengi olarak yoksulluk manasında, düşmanca kötü tutum ve kötü niyetli davranışların ifadesinde, hayvan ve bitki adlarının belirtilmesinde sıkça kullanılır.
Kara, “kara kaş, kara göz” gibi olumlu kullanımlar yanında “kara haber, kara cahil, kara kış, kara yer” gibi olumsuzluk anlamları da taşır. Kara, Orhun Yazıtları’nda yağız olarak belirtilmekte ve “üstte mavi gök, altta yağız yer” şeklinde geçmektedir. Dolayısıyla kara toprak olarak ortaya çıkmaktadır.
Kara yani siyah diğer toplumlarda olduğu gibi, Türkler arasında da mâtem âlameti olarak kullanıldı. Orhun Kitabeleri‘nde olsun, Dede Korkut’ta olsun, kara renk bir yas, bir acının karşılığıdır. Bu yüzden facialar ve ölümler sonrasında karalar giymek, ağıt yakmak gibi yas âdetleri bütün Türk coğrafyalarının geleneksel kültüründe yaşar. Dede Korkut’ta da yas evinden söz edilirken, “Karalı göklü otag” (karalı yeşilli çadır veya ev) deniliyordu.
Türkçemizde bugün bile kullandığımız “kara haber”, “kara ölüm”, “ölüm bir kara devedir, her kapıya çöker” vb. Kullanışlar yüzyılların ötesinden günümüze aktarılan sözlü kültür ürünlerindendir.
AK MI?
Ak rengin, Türklerin en eski inançlarından olan Şamanist dönemle ilgili bazı manevî inanmalarından kaynaklanarak ululuk, adalet ve güçlülük anlamları kazandığı görülmektedir. Ak sözü ve rengi Şamanî Türk inançlarından arılık ve yüceliğin sembolü haline gelmiştir. Bu yüzden ak renk için “baş renk” de diyebiliriz.
Altay Türkleri arasında iyilikler ilahî olan Ülgen’i temsil eden ak cennet anlamına gelir.
Dede Korkut’taki “ak alemler” sözü bu bayrağın kutluluğuna, görkemine işaret eder. Batı Türklerinde “ak sakal” deyimindeki ak sözü yaşlılığı, bilgeliği, büyüklüğü gösterir. Anadolu’da ak sakallı dediğimiz zaman saygın, güvenilir, deneyimli, yaşlı kişiler aklımıza gelir. Bugün kullandığımız “alnı ak”, “yüzü ak”, “alnının akıyla” vb. Kalıp sözlerimiz, deyimlerimiz bize bu eski gelenek kalıntılarından aktarılmış gibidir.
“Aklık” temizliktir, arılıktır, yüceliktir, ululuktur. Yaşlılık, tecrübe ile dolu oluş ve bir kocalıktır, büyüklüktür. Devletin ululuk, adalet ve güçlülüğünün bir sembolüdür. Devlet büyüklerinin özellikle savaşlarda giydikleri bir giysi, elbise rengidir. Askerî birliklerin içinde üst subay veya komutanların kendilerini askerlerden ayırabilmeleri için beyaz giydikleri anlaşılmaktadır. Beyaz rengin Hun büyüklerinin ve subaylarının bir üniforması gibi olduğu görülüyor.
Ak gibi göğün de ululuk, kutsallık, anlamı vardır. Türk kültüründe genellikle “gök” rengi olarak ifade edilen mavi kutsal sayılan göğün ve suyun simgesidir. Sonsuzluğu, türeyişi, emniyet ve dinginliği çağrıştırır. Dostluk, sadakat, refah, aydınlık, temizlik ve ruhanilik simgesidir.
Gök rengi aynı zamanda bir yön adı olarak da doğunun, doğumun, varlığın, başlangıcın, ilk olma durumunun ifadesi olarak kabul edilmiştir.
Kültürümüzde gökyüzü kubbeye benzetilir ve gök kubbe olarak anılır. Bu yüzdendir ki cami, medrese, türbe, minare gibi yapılarda gök renk kullanılır.
Sessizlik, sonsuzluk, huzur ve duygusallığı ifade eder. Aynı zamanda mavinin bir tonu olan turkuaz Türk rengi olarak bilinir. Denizin ve gökyüzünün bir rengi olması itibariyle sonsuzluk ve huzur kavramları bu renk ile karşılanır. Karşıladığı bu anlamlar itibariyle de mekanlarda sıklıkla kullanılan bir renktir. Ayrıca mavi nazara karşı da koruyucudur. Mavi nazar boncukları vazgeçemediğimiz aksesuarlar içinde en ön sırada gelmektedir.
YEŞİL.
Bir taraftan kök.Gök buradan göğermek fiilinde olduğu gibi bir anlamı, diğer taraftan mavi=gök anlamı taşımaktadır.ümit, sevinç, niyet, kutsallık ve bereket bildiren bu kelimenin kökünde yaş(=ıslak) olması dolayısıyla bolluk ve rahatı sağlayan bereketin sembolü olması olağandır. Türk mitolojisinde iyilikler ilahi Ülgen’in koruyucu ruhu olarak bilinen yedi oğlundan birinin adı Yaşıl(=yeşil) Kağan idi ve bitkilerin yetişip büyümesini sağladığına inanılırdı.
9. yüzyılda Kırgız Türkleri yeşil kumaştan bayrak yapmışlardır. Böylece yeşil, bir yerde egemenlik sembolü de olmuştur. Sonraki yüzyıllarda Müslümanlıkta da yeşil kutsal bir renk olarak kabul edilmiştir.
SARI.
Merkezin hakimiyetini ve gücü ifade eden sarı, tarihte Türklerin sıkça kullandığı renklerden biriydi. Bu anlayış onların en eski inançlarından olan Şamanizm’den kaynaklandığı görülmektedir. Gerçekten de hayır ilahî Ülgen’in altın kapılı sarayı ve altın tahtı, Türklerde hep sarı renk (altın sarısı- sırma rengi) ile ifade edilmiş ve Ülgen’in tahtı nasıl devletin, ülkenin ve dünyanın merkezinde olarak algılanmış ise, tıpkı onun gibi sarı renk de dünyanın merkezinin sembol rengi olmuştur. Bu yüzden Türk sarısına altın sarısı denirdi. Altın sarısı destanlarda hakimiyet sembolü olarak kullanıldı.
Türk kültüründe sarı aynı zamanda felaketin, kötülüğün, hastalığın, yabancılığın, düşmanlığın ve nefretin simgesiydi.
Sarı, Edebiyatta beniz, yıldız, çiçek ve giyim için kullanılır.
“Sarı saç üstüne sarışın yazma,
Yakışır başına kurban olduğum.”
Dede Korkut’ta geçen “sarı tonlu Selcen Hatun” ifadesi günümüz giysilerinin kökenine de işaret eder.
Uygur türklerinde egemenlik belirten sarı renk, Harzemşahlar Döneminde de bayrak olarak kullanılmıştır. Selçuklular da da hükümdara mahsus bayrağın sarı olduğu kayıtlıdır. Osmanlılarda da aynı düşünce sürdürülmüştür.
AL…
Boşuna dememişler, “Türk’ün gözü aldadır” diye. Adeta kutsallaşan bir renktir kırmızı. Tonları ve değişik adlandırmalarıyla al veya kızıl diye de bilinir. Türk kültüründe güneyin rengidir kızıl.
Türk Kültürünü Hangi Renkler Anlatır?
Türk milletini en iyi hangi renk anlatır? Sonsuzluğun, yüceliğin, ötelerin rengi gök MAVİ‘si mi? Nevruzda baharın boz çıplakları giydirdiği YEŞİL mi? Dervişin derdini dinleyen çiçeğin SARI’sı mı? Yedi iklimi kuşatan sancakların KIZIL ve BEYAZ rengi mi? Yoksa, düğünlerde salınan boncuklu gelinlerin AL rengi mi?
Çağlar boyunca atlı göçebe bir hayat süren ve tabiatla iç içe yaşayan Türk insanı toprağın, yeşil, boz ve sarı renginden, gökyüzünün mavisinden, atların, kımızın ve ateşin renginden payına düşeni almıştır. Bozkırın bazen esneyen bazen hızla akıp giden mevsimlerinde tabiat, günlük hayatını ayinlerin (=dinsel tören), savaşların, bayramların ve kutlamaların rengine can üflemiştir.
Türklerin renk dünyası özellikle göçebe hayatın beslediği Sözlü Edebiyat‘ta yoğun olarak işlenmiştir. Geleneklerden örf ve adetlere, giyim kuşamdan; yeme içme alışkanlıklarına kadar pek çok kültürel malzemeyle örülen destanlar renklerin çağrıştırdığı anlamlar hakkında önemli bilgiler verir.
Tarih boyuca dilden dile, anlatıcıdan anlatıcıya aktarılan Dede Korkut Hikayeleri‘nde renkler günümüze kadar uzanan gelenekler ve inançlarla ilgili özel anlamlar taşır. Bu hikayelerin hâkim renkleri ak, kara, kızıl, boz, gök ve sarıdır.
Eski kültürlerin bir çoğunda dünyanın dört bölüme ayrılması ve bu yönlerin renklere göre düzenlenmesi fikri vardı.
Türkler de eskiden beri beş ana rengi esası olarak gördü ve bunların her birini bir yöne verdi. Merkezi altın rengi sarı, doğu; yeşil veya gök, batı; ak, güney; kızıl, kuzey; kara renkleriyle ifade edildi. Bu renkler aynı zamanda soğuğu ve sıcağı da belirtiyordu. Kara, kuzeyle yönü ifade ettiği gibi “guz” (güneşsiz, gölgeli) yerleri, soğuğu da gösterir. Kızıl renk ise ateşin rengidir ve sıcağı da belirler.
Türk Mitolojisinde Renkler ve Yönler
Türklerin renklerle yönleri belirlemesinin yanında bu anlayışa uygun olarak bir takım uygulamaları da görünmektedir. Yapmış oldukları savaşlarda atları bu yön ve renk anlayışına göre dizdikleri dikkat çekmektedir. Örneğin; Asya Hun Ordusu, Çin Ordusunu M.Ö 203 yılında Pe-teng kalesi çevresinde 400 bin atlıdan oluşan ordusuyla kuşatmıştır. Bu kuşatma esnasında ” kuzeyde yağız (=kara) atlılar, batıda ak atlılar, güneyde doru atlılar, doğuda kır atlılar, bulunuyordu.” Atların bu şekilde dizilişleri Türklerde yönlerin renklerle temsiline uygunluk gösteriyordu. Çünkü Türklerde yukarıda da belirttiğimiz üzere batı ak, doğu gök, kuzey siyah ve güney kırmızı renklerle sembolize ediliyordu. Bu anlayışa uygun olarak atların bu renklere en yakın tonda olanları ilgili yönde olanları ilgili yönlere dizilmişti. Daha da önemlisi yön ve renklere göre dizilen atlar ve atlılar karışıklığı önlemek, uygulanacak taktikleri başarmak açısından da önem taşıyordu.
Yön Bildiren Renkler
Türklerin geniş coğrafyalara yayılmaları ile birlikte yönlerin renklerle ilintilendirildiği, anlayışlarının devam ettiği görülmektedir. Onların denizlere verdiği isimler de bu çerçevede değerlendirilebilir. Türkiye’nin kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Kızıldeniz, batısında Akdeniz ve doğusunda Gökçe Göl yer almaktadır. Bu isimler geleneğe uygun olarak verilmiş ve Türk kültür çevresinde yerlerini almışlardır. Anadolu’nun doğusunda bulunan Gökçe Göl, Dede Korkut destanlarında hep Gökçe Deniz olarak söz edilmektedir.
Türk kültüründe renklerin asıl anlamı ve kullanımı dışında farklı anlam ve kullanımları da vardır.
KARA MI?
Eski Türklerdeki Şaman inancına göre yeraltı tanrısı Erlik, bütün felâketlerin, kıtlıkların, hastalıkların sebebidir ve kara renkle adlandırılmıştır.
Çok farklı manalarda çok fazla kullanılan ve bütün Türk Lehçelerinde geçen bir renktir. Kara rengi ve kelimesi Devlet Teşkilatı’nda, adlarda, yas durumlarında, hastalık tanımlamalarında, yön ve coğrafya tasvirlerinde, onursuzluk, utanç ve itaatsizlik manalarında, kötü ruhların ifadesinde, bahtsızlık ve kader rengi olarak yoksulluk manasında, düşmanca kötü tutum ve kötü niyetli davranışların ifadesinde, hayvan ve bitki adlarının belirtilmesinde sıkça kullanılır.
Kara, “kara kaş, kara göz” gibi olumlu kullanımlar yanında “kara haber, kara cahil, kara kış, kara yer” gibi olumsuzluk anlamları da taşır. Kara, Orhun Yazıtları’nda yağız olarak belirtilmekte ve “üstte mavi gök, altta yağız yer” şeklinde geçmektedir. Dolayısıyla kara toprak olarak ortaya çıkmaktadır.
Kara yani siyah diğer toplumlarda olduğu gibi, Türkler arasında da mâtem âlameti olarak kullanıldı. Orhun Kitabeleri‘nde olsun, Dede Korkut’ta olsun, kara renk bir yas, bir acının karşılığıdır. Bu yüzden facialar ve ölümler sonrasında karalar giymek, ağıt yakmak gibi yas âdetleri bütün Türk coğrafyalarının geleneksel kültüründe yaşar. Dede Korkut’ta da yas evinden söz edilirken, “Karalı göklü otag” (karalı yeşilli çadır veya ev) deniliyordu.
Türkçemizde bugün bile kullandığımız “kara haber”, “kara ölüm”, “ölüm bir kara devedir, her kapıya çöker” vb. Kullanışlar yüzyılların ötesinden günümüze aktarılan sözlü kültür ürünlerindendir.
AK MI?
Ak rengin, Türklerin en eski inançlarından olan Şamanist dönemle ilgili bazı manevî inanmalarından kaynaklanarak ululuk, adalet ve güçlülük anlamları kazandığı görülmektedir. Ak sözü ve rengi Şamanî Türk inançlarından arılık ve yüceliğin sembolü haline gelmiştir. Bu yüzden ak renk için “baş renk” de diyebiliriz.
Altay Türkleri arasında iyilikler ilahî olan Ülgen’i temsil eden ak cennet anlamına gelir.
Dede Korkut’taki “ak alemler” sözü bu bayrağın kutluluğuna, görkemine işaret eder. Batı Türklerinde “ak sakal” deyimindeki ak sözü yaşlılığı, bilgeliği, büyüklüğü gösterir. Anadolu’da ak sakallı dediğimiz zaman saygın, güvenilir, deneyimli, yaşlı kişiler aklımıza gelir. Bugün kullandığımız “alnı ak”, “yüzü ak”, “alnının akıyla” vb. Kalıp sözlerimiz, deyimlerimiz bize bu eski gelenek kalıntılarından aktarılmış gibidir.
“Aklık” temizliktir, arılıktır, yüceliktir, ululuktur. Yaşlılık, tecrübe ile dolu oluş ve bir kocalıktır, büyüklüktür. Devletin ululuk, adalet ve güçlülüğünün bir sembolüdür. Devlet büyüklerinin özellikle savaşlarda giydikleri bir giysi, elbise rengidir. Askerî birliklerin içinde üst subay veya komutanların kendilerini askerlerden ayırabilmeleri için beyaz giydikleri anlaşılmaktadır. Beyaz rengin Hun büyüklerinin ve subaylarının bir üniforması gibi olduğu görülüyor.
GÖK (MAVİ) MÜ?
Ak gibi göğün de ululuk, kutsallık, anlamı vardır. Türk kültüründe genellikle “gök” rengi olarak ifade edilen mavi kutsal sayılan göğün ve suyun simgesidir. Sonsuzluğu, türeyişi, emniyet ve dinginliği çağrıştırır. Dostluk, sadakat, refah, aydınlık, temizlik ve ruhanilik simgesidir.
Gök rengi aynı zamanda bir yön adı olarak da doğunun, doğumun, varlığın, başlangıcın, ilk olma durumunun ifadesi olarak kabul edilmiştir.
Kültürümüzde gökyüzü kubbeye benzetilir ve gök kubbe olarak anılır. Bu yüzdendir ki cami, medrese, türbe, minare gibi yapılarda gök renk kullanılır.
Sessizlik, sonsuzluk, huzur ve duygusallığı ifade eder. Aynı zamanda mavinin bir tonu olan turkuaz Türk rengi olarak bilinir. Denizin ve gökyüzünün bir rengi olması itibariyle sonsuzluk ve huzur kavramları bu renk ile karşılanır. Karşıladığı bu anlamlar itibariyle de mekanlarda sıklıkla kullanılan bir renktir. Ayrıca mavi nazara karşı da koruyucudur. Mavi nazar boncukları vazgeçemediğimiz aksesuarlar içinde en ön sırada gelmektedir.
YEŞİL Mİ?
Bir taraftan kök (gök) buradan göğermek fiilinde olduğu gibi bir anlamı, diğer taraftan mavi=gök anlamı taşımaktadır.ümit, sevinç, niyet, kutsallık ve bereket bildiren bu kelimenin kökünde yaş(=ıslak) olması dolayısıyla bolluk ve rahatı sağlayan bereketin sembolü olması olağandır. Türk mitolojisinde iyilikler ilahi Ülgen’in koruyucu ruhu olarak bilinen yedi oğlundan birinin adı Yaşıl(=yeşil) Kağan idi ve bitkilerin yetişip büyümesini sağladığına inanılırdı.
9. yüzyılda Kırgız Türkleri yeşil kumaştan bayrak yapmışlardır. Böylece yeşil, bir yerde egemenlik sembolü de olmuştur. Sonraki yüzyıllarda Müslümanlıkta da yeşil kutsal bir renk olarak kabul edilmiştir.
SARI MI?
Merkezin hakimiyetini ve gücü ifade eden sarı, tarihte Türklerin sıkça kullandığı renklerden biriydi. Bu anlayış onların en eski inançlarından olan Şamanizm’den kaynaklandığı görülmektedir. Gerçekten de hayır ilahî Ülgen’in altın kapılı sarayı ve altın tahtı, Türklerde hep sarı renk (altın sarısı- sırma rengi) ile ifade edilmiş ve Ülgen’in tahtı nasıl devletin, ülkenin ve dünyanın merkezinde olarak algılanmış ise, tıpkı onun gibi sarı renk de dünyanın merkezinin sembol rengi olmuştur. Bu yüzden Türk sarısına altın sarısı denirdi. Altın sarısı destanlarda hakimiyet sembolü olarak kullanıldı.
Türk kültüründe sarı aynı zamanda felaketin, kötülüğün, hastalığın, yabancılığın, düşmanlığın ve nefretin simgesiydi.
Sarı, Edebiyatta beniz, yıldız, çiçek ve giyim için kullanılır.
“Sarı saç üstüne sarışın yazma,
Yakışır başına kurban olduğum.”
Dede Korkut’ta geçen “sarı tonlu Selcen Hatun” ifadesi günümüz giysilerinin kökenine de işaret eder.
Uygur türklerinde egemenlik belirten sarı renk, Harzemşahlar Döneminde de bayrak olarak kullanılmıştır. Selçuklular da da hükümdara mahsus bayrağın sarı olduğu kayıtlıdır. Osmanlılarda da aynı düşünce sürdürülmüştür.
AL MI?
Boşuna dememişler, “Türk’ün gözü aldadır” diye. Adeta kutsallaşan bir renktir kırmızı. Tonları ve değişik adlandırmalarıyla al veya kızıl diye de bilinir. Türk kültüründe güneyin rengidir kızıl.
Türklerin en eski inançlar ile ilgili olarak onlarda “Al Ruhu” veya “Al Ateşi” adları verilen bir ateş tanrısının yahut da hamî(=koruyucu) bir ruhun varlığı bilinmektedir. İşte Türklerin en eski devirlerinden beri Al bayrak kullanmalarının bu Al Ateş kültü (=inancı) ile bağlı bir gelenek olacağı hatıra geliyor.
Kazak- Kırgızlar bayrak kelimesi yerine “Yalav” kelimesini kullanırlar ki, aslı alav=alev’dir. Al Ruhu’nun adı ile al rengin münasebeti şüphesizdir. Dolayısıyla al (kızıl) rengin de tarihimizin başlangıcından beri bizde manevi ve milli renk olarak algılandığı ve tarih boyunca inançları yansıtan, aynı zamanda da Türk duygusunu ve ruhunu anlatan bir millî sembol hüviyeti kazandığı görülmektedir.
Ateşin ve alevin rengi kırmızıya daima büyük bir değer verildi ve sevgi gösterildi. Bu renk halk ordu ve savaş geleneği haline getirildi. Sembol yapıldı. Kırmızı renk sancak ve bayraklarda sıkça kullanıldı.
Kaşgarlı’nın “Ağdı kızıl bayrak- Toğdı kara toprak” şeklindeki bir beyitinde bu kızıl bayrağın Türklerde genellikle “savaş bayrağı” olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.
HALUK BALABAN Arşiv.
Not : Seymenin Poşusundaki Kefiyesindeki Renklerin Ne Manaya geldiğide Bu Makalede anlaşılır Umarım.
Bir 2 kişi ve yazı görseli olabilir